29 Ocak 2008 Salı
yaban domuzu olmak (gencer korkut)
28 Ocak 2008 Pazartesi
saatler (candan turhan)
Siz, saatleri yaşadınız. Henüz sözcük haline dönüşmemiş, ya da bir sözcük karşılığı oluşmamış durumlar yarattınız. Tanığınızım. (Cemal Süreya, Güz Bitiği)
En sevdiğim saatler, akşamüstü saatleri. Her şeyin nihayetlendiği zaman. Günün sona erip dingin gecenin başladığı o saat.
Ancak belli bir eşiği geçen ruh, dinginlikte keyif bulur. Arayış içinde olana göre değildir sükunet, fenalık getirir, olup olacağı bu mudur, dedirtir. Oysa ben dinmişim... Olup olacağı bu olsun, akşam olsun, gün sade, yavaş bitsin, dinelim dinlenelim, başka ne isterim...
İşte soba yakma zamanı geldi. Gün ışığı iyice azaldı ama direniliyor hâlâ elektriğe muhtaç olmaya - ah işte bu, her iki tarafa da göz kırpan anlar! Hem gündüzü hem geceyi avucunda tutan dakikalar! İş görecek kadar bir yakılıp hemen söndürülüyor elektrik, eskiden, ilk kullanıldığı zamanlarda yapıldığı gibi. Bizim köye 1960’larda gelmiş elektrik; Memet amcam gelmesi için uğraşanlardanmış da karşı çıkanlar, keyfiniz bilir, elektrik tellerine iyi çamaşır asılır, diye eğleniyormuş...
Renkli, hızlı, yapay görüntüler saatine, televizyonun metalik ve mekanik renklerinin kaçınılmaz hakimiyetine geçmeden, şu alacakaranlık devrini uzatmak için, geçici zaferler elde etmek için mumlar yanıyor: Büyük, küçük, renkli, her köşeden bir titrek ışık yayılsın, can yayılsın eve diye... Mumların zarif uvertürü olmadan sobanın gürüldemesine, çıralarla odunların, çam ağacı ve zeytin kokularının halvetine geçilir mi?
Soba yanmadan evvel güzel bir müzik konuyor ama, ev karanlığa teslim olurken – müzik deyince cazdan bahsediyorum tabii, şöyle hakiki sızma el yapımı: Miles, Coltrane, Monk, Birdie... Saksofonlar, kontrbaslar karanlığa karşı dirensin diye hep beraber. You don’t know what love is, A night in Tunisia, Autumn leaves, Things ain’t what they used to be...
Alacakaranlıkta, güneşli bir gün olmuşsa bugün gibi, muhteşem renkleriyle bir günbatımı bekliyor pencerelerin ardında. Bugünlerde Bülbül Dağının arkasında batıyor güneş, Kuşadası hizasında – ama mart dedin mi gelecek Pamucak Körfezinin ufkunu devralacak. Kış yağmurlarıyla taze, çiğ bir yeşile bezenmiş Bülbül Dağı arkasında pembelerle, turuncularla, boğuk gri mavilerle saklıyor güneşi bir kez daha. Evin içine kadar sızıyor kırmızı tonları, insanın içi ısınıyor.
Ben günbatımını izlemek isterim her gün. Hani soruyorsunuz ya, neden gittin İstanbul’dan diye: İşte bu yüzden! Günbatımına bakan bir şehirde yaşadım bir süre; ondan sonra bir daha ısınamadım İstanbul’a: Güneşin batmamasına, öylece, sinsice kayboluvermesine. Faka bastırmasına insanı. İstanbul, her şeyin doruk noktası olan şehir, milyonların milyonlarca sebepten tek aşkı olan şehir kötülüğünü bir kez daha gösterir, oncağız zevki bile esirger yaşayanlarından, paylaşmaz o günbatımını sizinle, karanlıklarına gizleyiverir.
Güneşin batışını görmeden iflah olmam ben artık. Günümü, gecemi, saatimi, sağımı solumu bilemem. Hesaplaşamam kendimle, ortada kalırım. Burada, zeytinlerin arasında, dağların yamacında, çamların gölgesinde apaçık batıyor işte güneş her gün... Köyün girişindeki eski kilisenin giriş kapısı batıya bakar. Kapının iki yanında oturma yerleri, karşılarında avlunun alçak duvarı vardır, meraklısı böyle köyün tam kıyısına oturup günün gidişini izlesin diye. Sonra yıldızların, en parlaklarından başlayarak tek tek belirmesini. Memet amcanın ışığı yanıp, mutfağından yemek sesleri gelmeye başlayana kadar...
Akşamüstleri, her seferinde sanki çok önemli bir günü devirmiş gibi, derin bir nefes alarak batan günü izlerim. Dışarıdan bir bakan olsa vay be, der, bugün büyük bir günmüş, neler geldi geçti kimbilir başından bugün, nelerin altından kalktı, vay anam vay... Ve öyle de: Her gün büyük bir gün. Bir gün daha yaşadık. İnsanlık görevimizi bir gün daha yerine getirdik, az iş mi?
Bu zibidilikler dünyasındaki rollerimizi ciddiye alarak, o büyük gerçeği bilmez gibi yaparak, tek gerçek bizim dahil olduğumuz insanlıkmış gibi ve biz de buna yürekten inanıyormuşuz gibi yaparak, bir günü daha devirdik! Domates biber fiyatlarını, başbakanın sözlerini, park yeri sorununu, tatile nereye gideceğimizi, havaların soğuduğunu filan ciddiye alarak, gerçek buradaymış gibi yaparak... İşte o yüzden her gün günbatımını izlerim ben ve o gün için şükrederken bir de göz kırparım evrene: “Aramızda!”
(Ocak 2005)
25 Ocak 2008 Cuma
bir sorunumuz var aslında(gencer korkut)
23 Ocak 2008 Çarşamba
domuzun sırtını kaşıdım!
birkaç kere yerleştik yerlerimize bekledik, gelen giden yok. iz yok, ses yok. nihayet köpekler bir iz tutunca birkaç kere motorlarla bir o tarafa bir bu tarafa uçtuk, ki dediğim gibi yer belirtemiycem. tam ben ümidi kesmişken hilmi yukarlara kulak kabarttı, köpekler sarıyor kovuyor derken yine bir anda olup bitiverdi her şey: hilmi yolun yukarlarını işaret etti, yan yana hazır ve nazır bir şekilde dere tarafına bakınırken pat diye yola çıktı ve bize doğru gelmeye başladı bizim deli domuz.
ben yine ağır ağır tüfeği kaldırıp nişan alırken hilmi attı, gayet güzel vurduğunu da gördüm, ama aslan gibi devam ediyor bizimki. ikinci olarak ben attım, gayet de yakın mesafedeyiz ama bu sefer de olumsuz etken üstümüze doğru geliyor olması! ben attıktan sonra kendi etrafında bir döndü, yürümeye devam. hilmi ikinci defa attı, e arkadaş tekrar döndü ve hâlâ geliyor... artık ben de ikinci defa tetiğe basarken hafif panik halindeydim çünkü domuz zombi gibi üstümüze geliyor! tam kendimi yolun kenarına atmaya karar vermişken nihayet deli domuz üstümüze gelmekten vazgeçip yıkılmaya karar verdi, sendeleyip dereye doğru yuvarlandı... o arada yetişen köpekler de üstüne tabii.
barak’ın bacağını o sırada gördük, sıkı bir delinmişti. ve daha da fenası barut ortada yoktu. sevinicem, kenarından kıyısından da olsa ilk defa domuz vurdum diye, ama zayiatımız yüzünden zaferimin tadını çıkaramıyorum! neyse az sonra gazi de olsa barut ortaya çıktı, kendini iyice bir çiğnetmiş olarak, barak’ın bacağı da derin bir delik, ikisi de kanıyor sürekli. hızlı bir veteriner ziyareti sonucu, biraz ağrı çekecekler ama iyileşecekler inşallah.
bu arada zaferime geri gelirsek: daha sonra güngör’le hilmi tarafından domuz üzerinde yapılan operasyonlar kimin kurşununun nerden girip nerden çıktığını net olarak ortaya çıkardı ama sağ olsun arkadaşlar herhalde moralimi bozmak istemediklerinden benimkinin sadece sırtı sıyaran kurşun olduğunu söylemediler bana :)) merak etmeyin, ne olursa olsun ben performansımdan memnunum! darısı bir dahaki sefere artık...
yeni bir şey lazım...
geldim evime daha bir toprak, daha bir toz, dağ, ot olarak. parmağımda yüzüğüm vardı, fazla geldi, çıkardım koydum bir kenara. daha bir sade oldum. kıraç’ın bir garip aşk bestesini bağırttım sonuna kadar. dağların kokusu, isi, rüzgarı, soğuğu üstümde. müzik, masa, köpekler, karanlık, hepimiz biriz sanki... ben mutsuz bir çocuktum, dünyanın bir gün bana bu kadar iyi davranacağını hiç düşünmemiştim.
şükretmek yetmiyor, yeni bir şey lazım.
(*İncil’den alıntı)
deli domuz öldü,ama arkasında kötü anılar bıraktı...
22 Ocak 2008 Salı
buyrunuz savunmam: bir avcı adayının ilk (tesadüfi) avı
her ne kadar bizim gideceğimiz saatte avın biteceğini düşünsem de evden çıkarken tüfeğimi de aldım tabii. neyse, deve güreşleri de güzeldi ama aklım dağda, ne yapıyorlar acaba diye. nihayet öğleden sonra sularında kalktık gittik av mahalline. baştan itiraf edeyim, av bilmememden daha da fenası yol yön yer bilmemem. güngör’ün beş defa falan farklı şekillerde anlatması sonucu zar zor av mahallini bulduk – daha doğrusu bulmuş olduğumuz, bir virajı döndüğümüz anda karşımda gördüğüm avcı ve aynı saniyede patlayan tüfek üzerine anlaşıldı. “ne vurdun?” diyorum, duruyor, “ha, köpekleri çevirmek için mi attın?” diyorum, hâlâ ses yok, o arada köpekler yetişip domuzun başında sarmaya başlayınca olay anlaşıldı: barış domuzu vurmuştu!
tabii barış’la henüz tanışmadığımız için yanımdaki arkadaşımla beni panter emel sanması çok doğaldı. o arada telsizle haber alan tüm ekip gelince barış da panter korkusunu bırakarak domuzu haklama sevincini yaşayabildi... öte yandan ben de şeytanın bacağının ilk evresini kırmış olmaktan dolayı çok mutluyum: şimdiye kadar çıktığım avlarda hiç domuz vurulmamıştı! bu hem de bana şov yapar gibi gözümün önünde yer aldı, avcıların domuz vurma heyecanlarını da yerinde taze taze yaşamış oldum ilk defa böylece.
bunun muhabbeti, fotoğrafları vb halledildikten sonra bir kez daha köpekleri salalım dendi, epey ilerleyip birer birer dizildik, ben hilmi’yle birlikte en uçta heyecanla beklerken yeterince korkutuğumuz(!) arkadaşımı da araba civarından fazla uzaklaşmadan etrafı izlemeye bıraktık. ama netice hatice: köpekler tırıs tırıs hiç ses vermeden geldi yanımıza. benim zaten fazla umudum yoktu, gelmişim akşama doğru, yanımda kan görmek istemeyen biri, nerden çıkacak domuz karşıma! öylesine havaya girmişim, tüfeği falan almışım yanıma... herkes toparlanıp ateş yakmaya, çay demlemeye girişince hiçbir düş kırıklığım yoktu yani. arkadaşım sordu galiba, av bitti mi diye, hilmi de dedi ki, “valla şimdilik bitti ama bir anda köpekler ses verirse her şey değişiverir!” bu arada güngör köpeklerle birlikte yok olmuştu, kimseyle de köpekleri salacağını konuştuğunu duymadığım için öylesine gezmeye falan gitti sanıyorum.
ama o da ne: hilmi bir anda “aha işte köpekler domuza sarıyor!” diye bağırınca hepimiz çil yavrusu gibi bir dağıldık, görmeye değerdi herhalde – kendisini tamamen unuttuğum arkadaşım eğlenerek izlemiştir. herkes tüfekleri kaptı, köşe kapmaca gibi bir yerleri tuttu, o aradaydı herhalde güngör geldi, “konuk sanatçı” olarak beni domuza yönlendirmeye başladı... önce dereye, sonra öteye, sonra aşağı derken kendimi güngör’le yol boyunca sessizce ve domuza kulak kabartarak koşarken buldum. o yolun altından ilerliyor, biz yoldan. benim gibi çömez avcı gümüş (barak’ın eniklerinden) de yanımızda, ayağımıza dolanıyor. güngör bana bir yer gösteriyor burdan çıkacak diye, hazırlanıyorum, yahu gümüş orda! domuz vazgeçiyor, ilerliyoruz, yine gümüş atış hattımızda. fena halde konsantrasyonumu zedeledi kerata.
bir de şöyle bir durum var açıklamak istediğim: ben bilimsel bir insanım. gözümle görmediğim şeye inanmam maalesef biraz zor. bu adamlar yüzlerce defa bunu yapmış, ne diyorlarsa doğrudur diye düşünüyorum, dediklerine %100 inanıyorum ama anlaşılan bilinç altımda bir şey şüphe duyuyor, elimde değil! velhasıl biz dakikalarca domuz çıktı çıkacak takip ettikten sonra domuz tam da güngör’ün gösterdiği yerden yola fırladığında ben gafil avlandım / afalladım / şaşırdım / bocaladım... kendimi toplayıp tetiği çekmem birkaç saniye sürdü, eh zaten domuzun o dar yolu geçip gitmesi için de yeterliydi o saniyeler. ayrıca (1) güngör’ün (de) atmasını bekliyordum sanki, onun yerinde olsam ben atardım kesin! (2) tüfeği yüzüme alıp nişan almam da biraz zaman aldı galiba. (3) bir de domuzun durup bana nişan alma fırsatı vermesini bekliyordum :))
oooof of! kabul, ilk seferimde domuz vurmak da fazla olacaktı ama yine de... öyle yapmasaydım şöyle yapsaydım, böyle değil öyle dursaydım, şudur budur... şimdi anlıyorum avdan sonra saatler boyu bana aynı şeylermiş gibi gözüken detayları niye konuştuklarını! benim de içimde tekrar tekrar olanları konuşma isteği var. ve en kısa zamanda tekrar ava çıkma isteği. arada daha çevik tüfek çekmeye çalışma, daha iyi nişan almak için talim yapma. tekrar dağlara, şeritlere tırmanma, köpeklerin sesini çözmeye çalışma, tekrar seslerinin peşinden koşma, soluğumu tutma, her duyumu açma, domuzu anlamaya çalışma... insanın içine işliyor yahu bu!
ertesi gün emin’le karşılaşıyorum, selam sabahtan da önce oflayarak “yaa emin usta ıskaladım!” diyorum, neşeyle “attın mı?” diyor, “güngör attırdı,” diyorum, gülen yüzündeki ifade “hah, şimdi anladın sen bizi!” evet nihayet, anladım ben onu :))
orda,gizlenen birşey var şuracıkta...
Zeytinlerin dibinde, çamların iğnesinde. Dağlara doğru inen pusuda. Bir şey gizleniyor, her şey adına. Yaprakları yerde kavaklar, koca kestanenin silueti, yoğun yeşilden selviler, sakince soyunmuş şeftali dalları bir şey diyor, bir şeye işaret ediyor.
Bakıyorum. Bakıyorum, bakıyorum. Gözler algılayamıyor. Oraya varıyorum. Hah, işte burası, diyeceğim yere. Ama hala orda değilim. Oranın da altı, içerisi, derini var. Sanki... sanki başka bir şey...
Bir keskin, kısa çığlık geliyor. Çağrı gibi geliyor, kafamı uzatıp ilahi kanatlarıyla süzülen şahine bakıyorum. Şahin önce yükseliyor, vadiye doğru akıyor, sonra aşağı dalıyor, orda ikileniyor birden. Nadirdir iki şahinin yanyana uçtuğu, güzeldir. Biri ağacın dalında kalıyor, öteki gidiyor. Çok sonra görüyorum onları, çok yüksekte iki şahin uçuyor yine. Yine güzel.
Sanki dilimin ucunda sözcükler, sanki boğazımdan çıkmak üzere sıralanmış itekliyorlar, bilinmeyen bir kaynaktan gelmiş içime. Ne zor, anlayamamak, anlatamamak. Ne parçalayıcı.
Bir şey var orda, oralarda bir yerde, bana bir şey demeye çalışan.
Bugünlerde ben bunu yapıyorum: O gözükmeyen bir şeyin peşinden gidiyorum. Kâh tepeden vadiyi izleyen penceremin önünde dikiliyorum; yağmuru, rüzgârı, karşımdaki damları, daracık yollarını, o yollardaki traktörleri ve motorları ve yeni açılan yolları ve yeni yapılan ahırları ve titreyen ışıkları seyretmeye, baykuş puhlamalarını, keçi melemelerini, köpek ulumalarını, çoban seslenmelerini dinlemeye.
İspinozlar yağmur yağarken topraktan bir şeyler tırtıklıyorlar. Bir tane daha, bir tane daha... Yan bahçe ispinoz doluyor, evi, insanları unutmuş, toprağa dalmış küçük güçlü kuşlar. Dinliyorum kulağımı açmış, içimi açmış, tabiatın bana demeye çalıştığını dinliyorum... Bildiğim ama unuttuğum kadim bir dilde sanki; duyuyorum da ayırt edemiyorum.
Kâh komşu tepelere çıkıyorum, hiç çıkmadığım yollardan, hep uzaktan -ne kadar uzaksa!- bakıştığım fıstık çamının, köpeklerin hep tavaf ettiği ve bazen komşunun güzel atlarını saldığı ve atların neşeyle birbirlerini koşturduğu o çamın civarına, arkadaki, insansız vadiyi de gören tepelere. Bahar dedin mi dibinde en sevdiğim otun yetiştiği sıkışık çalıların arasına.
Güney ve doğu kapkaranlıktır burda. Yıldızlar yağar dağlara, tepelerdeki çamların üstüne. Vadiye, köye, medeniyeti hatırlatan devasa ışıltıya sırtını çevirip, güneydeki dağlara doğru durdun mu geceleyin, dizlerinin üstüne çökesin gelir. Tanrılara bir kez daha inanırsın... Bir tepeden diğerine çıkar, sıkışık ağaçlıkların, makiliklerin arasındaki orman şeritlerinden az daha gidersen komşu şehrin sınırından geçtiğini söyler bir tabela. Komşu şehrin şöyle tepenin arkasında oluverişi güzel bir histir. Hele bu kadar alçakgönüllü bir şehirse.
Kâh Meryem Ana’yı ziyarete gidiyorum Bülbül Dağına. Tanrılara uzanan çam ağaçlarının kolları arasında. Bir şey, diyorum, farklı bir şey arıyorum. Tutunabilmek için. Durmak, derin bir nefes almak, gözlerimi yavaşça kapayabilmek için. İnanç, huzur, ya da umut...
Umut, evet, umut var mı? O baktığım derinlerde, yükseklerde, toprakta, insanda? Hayır, diyorum kendi kendime, maalesef hayır, en ufak bir umut kırıntısı yok, insanlığın ne olursa olsun “iyi”leşmeyeceğine kesinkes inanmış durumdayım... Ama ne gam: Denemek için, insanlığın iyileşmesine katkıda bulunmayı denemek için her fırsatı değerlendiriyorum, heyecanla, şevkle, tüm benliğimle!
Yine mumların titrek ışıkları, koşturan sincaplar, Meryem Ana’nın sakin bakışları, alakabak çığlıkları. Aslında her şey aynı mı, ne? Küçük şapelin çevresindeki akasyalar kış soğuğunda çıplak, utangaç, arka perdeden bizi izliyor. Diyecekleri bir şey var sanki... Uzun uzun bakışıyoruz. Akasyalarla anlaşıyoruz:
Evet, bu akasyalar tekrar açacak. Ve tekrar bahar gelecek. Tıpkı daha önceki gibi. O gizlenen şey, o her şeyin susarak demeye çalıştığı, işaret ettiği... Daha evvel söylenmiş sözler söylenecek, belki başka şekilde; daha evvel hissedilmiş duygular yaşanacak, belki aynı şekilde.
Yaşanacak, yine güzellikle, belki mükerrer olacak ama aslolan o ki, yaşanacak yine. İşte bu kadar! Biz başka bir şey ararken, arasak da, yaşam yanımızdan geçiveriyor olacak tüm güzelliğiyle. Ya da içimizden. Hep aynı güzelliğiyle.
(Şubat 2006)
20 Ocak 2008 Pazar
20 ocak 2008 pazar (ece köyü)
16 Ocak 2008 Çarşamba
16 ocak 2008 çarşamba (deli domuzu bulamadık)
dün akşam hilmiyle beraber,çarşamba nereye ava gideriz diye konuşuyorduk.birden pazargün bizimle dalga geçen deli domuz aklımıza geldi.dedik tamam ona gidelim.o domuzla bir hesabımız var zaten.sabah 09.00 gibi hilmi bana geldi,bende hazır onu bekliyordum zaten.aldık köpeklerimizi çıktık yola. 25 dk sonra kartal mevkiine ulaştık.hemen başladık o mevkide deli domuzun izini aramaya.ne beylik içi,ne ışılıkavak.nede kartalda izi bulamadık.bizim domuz heralde hala kaçıyordu.ondan vaz geçerek kartal tepesinin alt tarafına doğru yöneldik.yolda ilerlerken alt tarafa doğru inen izler gözümüze çarptı. hemen durduk,başladık izi sürmeye.bir müddet izi sürdük ve domuzun yönünü anladıktan sonra salıverdik köpekleri.hilmi kartalın altında kaldı.ben ise köpeklerin gittiği yöne doğru yöneldim.köpekler izle ses vererek aşağıya,zeytinliklere doğru indi.yaklaşık 1 saat boyunca köpeklerden ne ses ne bişey.köpekler ortalıktan kaybolunca, ben tam karşı tarafa ışılıkavağa doru geçtim.oradada bir ses duyamadım.başladım zeytinliklerden aşağı doru yavaş yavaş inmeye.bir müddet indikten sonra,köpeklerin sesi derinden gelmeye başladı.yerlerini öğrenince bende oraya oturdum ve köpekleri izlemeye başladım,hala aynı izden yukarı doğru çıkıyorlardı.oturduğum yerin yaklaşık 50 mt altında zeytinlik içinde 2 dönüm kadar bir parça orman var.o ormandan ara ara ufak tefek sesler geliyor. ama ben pek aldırış etmedim. zeytinlik içinde bir parça fundalık.koca oramanı bırakıpta orda yatacak hali yok ya. köpekler iyice dere içinden bana doğru yükseldi,yükseldikçe seside sıklaştırmaya başladır.ben kurguyu kuruyorum hemen.köpekler burdan gelir ve kartal la ışılıkavak arasındaki çamlık tan kaldırırlar.ben bu şekilde düşüne durayım, köpekler iyice yaklaştı bana .barak altımdaki o ufak parçaya girdi.daha girer girmez 2 kalın ses verdi.hadi canım barak şaka yapıyorsun.dalga geçme hadi ize devam et desemde.barak çok ısrarlı domuza sarmaya başladı.ben iyice afalladım, şaşırdım. yaw orda domuzmu yatar.şaşkınlıkla beraber hemen kalktım yerimden ve o parça ormanın üzerine doğru indim.ormana 15-20 mt kadar kalmıştım ki domuzlar yürüdü.benden tam zıt istikamete doğru katar olmuş 15 kadar domuzu çıkarken gördüm.hemen tüfeğime davrandım. en önde giden büyük domuza yaklaşık 70-80 mt. den. ilk atışım boşa gitti.2. atışımda domuz sendeledi ve ağırlaştı.ardından bir atış daha yaptım. malesef oda boşa gitti.domuzları görüş açım zeytin ağaçlarından dolayı çok iyi değil.bu yüzden ben 3 kurşun atana kadar mesafe baya açıldı.hemen hilmiye döndüm.domuzlar sana doğru geliyor.ben ise köpekleri takip etmeye başladım.yaklaşık 250 mt kadar sonra köpekler sesi kesti.benim domuz orda kalmıştı.aslında okadar domuzun içinden köpeklerin o domuza rastlaması büyük şans.alay ayrılmamış oda aynı sürünün gittiği patikanın üzerinde kalmış demek.bu arada hilmi domuzları geçirdim dedi.köpeksiz giden domuzu takip etmek, vurmak zordur tabi.bende ormandan köpeklerin yanına dere yatağına doğru indim.domuzun başına oturdum ve köpekleri seyretmeye başladım.bir müddet oturdum,tam köpekleri bağladım çıkacaktımki hilmi yanıma geldi.bir müddette onunla oturduk. sonra köpeklerimizide alarak beraber kalktık.hemen kartala geçen domuzların izine düştük.hilmi beylik yoluna gitti,bende köpekleri ize salarak.kartalın zirvesine çıktım.barak ne olduysa izde baya bir bocaladı.(artık orası barakla izin arasında)bir müddet sonra tekrar izi düzeltti,biraz daha gittikten sonra domuzun başına vardı.hemen yukardan sürek yapmaya başladım.domuz kalkıyor 50 mt sonra tekar dayanıyor.bağır çağır ses soluk kalmadı bende,hilmiye döndüm,ben yatağa giriyorum kusura bakma dedim.ne demek arkadaşım gir dedi(hilminin kibarlığı üzerindeydi bu gün)sallandım aşağıya köpeklere doğru.orman çok sık ilerlemek zor.zor zar yaklaştım köpeklere.barak yaklaşık 10 mt ömümde ses veriyor,usul usul sokuluyorum.domuz köpeklerden kalkmıyor, ama beni anlarsa durmaz orda.biraz daha sokuldum.o anda ne olduysa domuz birden barağa doğru yüklendi. o karmaşada domuzla 2 mt mesafede kaldık etrafımda 3 köpek var onlar yüzünden atamadım.gerçi atmak istesemde biraz zordu,çok zor pozisyon dar ve görüş açısı kısıtlı.domuz beni görmesiyle aşağıya doğru attı kendini,köpekler arkasından.domuz köpekler gitti ben kaldım ormanın göbeğinde.girerken domuz var yatağa yanaşıyorsun heycanlı oluyor .ama o ormandan şimdide boş boş çıkması var.hemen hilmiyi domuzun gittiği yöne doğru yönlendirdim.bende yavaş yavaş çıkmaya başladım,yaklaşık 40 dk sonra hilminin yanına vardım.domuz çok ters bir yerden kaçmıştı.oturduk köpeklerin gittiği yönü dinliyoruz.bekle bekle ne köpekler nede bir emare.saat te baya geç olmuştu.hilminin servislerini yapması için saat 17:00 de. selçukta olması gerekiyordu çokta bir zaman kalmamıştı.hilmi selçuğa dönecek bende köpekleri beklemek için orda kalacaktım.hilmiyle motorların yanına kadar beraber yürüdük,anam o nedir? barak tam karşımızda domuzun başında sarıyor.biz köpeği kireççili tarafından bekliyoruz.o nezaman geldi geçtiyse arkamıza dolanmış.hemen bir atak daha yaptık .hilmi yerine koştu. bense köpeklerin yanına.yatağa iyice yaklaştım, beni anladı ve yürüdü domuz, köpekler arkasından.bense onların arkasından.domuz etekten dolaştığı için ben tepeden önüne geçebildim.domuzun çatırtısını duymaya başladım, üzerime doğru geliyor.ormanın kıyına doğru geldi,durdu ve dinliyor,yaklaşık 10 sn kadar dinledikten sonra fırladı ormandan.hemen tüfeği yüzüme aldım 1.kuşunu attım domuz yıkıldı kalktı hemen. 2. kuşunu atmaya fırsat bulamadım.çünkü barak domuzun üzerinde bitti.biraz bekledim ve fırsat kollamaya başladım.can çekiştirmek istemiyorum.ama barakta fırsat vermiyor.kollar ken bir anı yakalayıp kafasına tek atış yaptım.yine çok güzel ve zevkli bir av yaptık.ama benim aklım o bizi rezil eden deli domuzda kaldı.o bu dağlardaysa bir gün tekrar karşılaşırız elbet.bu arad hilmi servise geç kaldı yemiştir fırçayı.:)))))
15 Ocak 2008 Salı
yaban domuzları
Familya : Suidae
Latince Adı : Sus Scrofa
Coğrafi Dağılım ve Bölgeler
Domuz familyasının içinde en büyük çeşitliliği yaban domuzları oluşturur. Genel olarak Avrupa, Asya, Kuzey Afrika da bulunur. Bununla beraber ada coğrafyaları olan, İngiliz Adaları, Korsika, Sardunya, Japonya, Sri Lanka, Ryukyu Adaları, Tayvan, Sumatra ve Doğu Hindistan adalarının bir kısmında da bulunurlar. Domuz familyaları insanlığın ilerleyen tarihinde daha sonraları evcilleştirilmiş hayvanlar olarak da addedilmiştir. Şu an itibari ile Sus Scrofa yani yaban domuzu hemen hemen her yerde bulunabilir ve özellikle ormanlık ve yüksek arazilerde bulunurlar.
Yaşam Alanı ve Habitat
Yaban domuzları geniş bir çevre yelpazesinde bulunmasına rağmen, genellikle nemli ormanlarda fundalıklarda ve çalılıklarda boy gösterir. Özellikle meşe ormanları ve sazlıkların bol ve sık olduğu yerleri tercih ederler. Çok sert kış şartlarında ve soğuktan meydana gelen yiyecek azlıklarında çok uzun mesafeler katederek yiyecek bulma kapasitesine sahip olduğu kanıtlanmıştır. Ciddi ısı değişimlerine hassastırlar. Yaban domuzlarının suda veya çamurda debelenerek postlarında oluşturdukları tabakayla, ideal ısılarını koruma konusunda bir teknik geliştirdikleri gözlemlenmiştir. Ve bu hareketin aynı zamanda böcek ve sürüngen sokmalarına karşı koruma oluşturduğu da bilinmektedir. 50 derecenin altında rahat edemeyeceği gibi ters olarak sıcak havalarda güneş çarpmasına karşı da dayanıksızdırlar.
Fiziksel Tanımlama
Ağırlık : 50 ila 350 kg
Uzunlık : 90 cm ila 180 cm
Yaban domuzları sert ve kısa tüylerden oluşan kaba bir posta sahiptirler. Renkleri koyu griden kahverengine giden bir yelpaze içinde değişiklikler gösterir. Kafa ve gövde uzunlukları 900 – 1800 mm civarlarında kuyrukları da 300 mm civarındadır. Omuz yüksekliği 550 ila 1000 mm arasında olur. Ortalama ağırlıkları 50 ila 300 kg arasında değişir. Erkekler genellikle dişilerden iridir. Yaban domuzları sürekli gelişen 4 ana dişe sahiptir. Bu dişler diğer dişlerin arasında olmakla beraber her biri üst ve alt çenenin çeyrek dairelerinde , bulunur.
İnsanların yaşam alanlarına yakın yaşamaları sonucu genetik değişikliklere uğrayan yaban domuzlarında değişkenlik gösteren deri renkleri, kuyruk uzunlukları ve burun (zurna) tipleri gözlemlenmiştir.
Üreme
Çiftleşme mevsimi şiddet içeren bir zaman dilimidir. Genellikle erkekler dişilerile eşleşebilmek için kavga ederler. Erkek domuz sürekli olarak alt dişlerini üst dişlerine sürterek keskinleştirme yetisine sahiptir. Keskinleştirilen dişler, çiftleşme dönemlerinde sıklıkla silah olarak kullanılır. Yaban domuzu familyasının erkek bireyleri karnın yan kısımlarında, çamur ve reçine ile kalın tabakalar oluşutururlar. Bu tabakalar dişiler için yapılan kavgalarda ölümcül diş yaralarını engellemek amaçlı kullanılır. En agresif erkekler bir çiftleşme döneminde 8 dişiye kadar çiftleşebilir ve 8 dişiyi hareminde tutabilir.
Ilıman bölgelerde dişiler ,ilkbaharda bir batın yavru verir. Tropikal bölgelerde yavrulama/üreme yıl boyu devam eder fakat genellikle nemli mevsim zamanlarında gerçekleşir.
Dişiler 21 gün kızanda kalır ve bu dönemin 3 günü ılımlı ve kabul edicilerdir. Çiftleşme gerçekleştikten sonra yavrular 115 günlük bir gebelik sürecinden sonra doğarlar. Ortalama hamilelik süresi 100-140 gün arasıdır. Anne bir batında 1 ila 12 yavru doğurabilir. Genellikle 4 ve 8 arasıdır. Cinsel yetişkinliğin 8-10 aylıkken oluşmasına rağmen dişiler 18 aylık olmadan üremezler. Erkekler ise 5 yaşından önce dişilere ulaşabilecek güce ve iriliğe sahip olamazlar.
Dişi yaban domuzu ot ve çimen üzerine hazırlanmış bir yuvaya doğurur. Yavrular doğduktan sonra bir süre bu yuvada zaman geçirirler. Yaban domuzu dişileri yavrularını koruma konusunda üst düzeyde agresiflerdir. Bu üst düzey agresiflik ve dikkate rağmen sadece doğan yavruların yarısı olgunluk ve yetişkinlik dönemlerine geçebilir. Çoğu, hastalıklara ve doğadaki diğer yok edicilere yenilmektedir. Yavrular 3-4 ay kadar emzirilir ve anne tarafından ilgi görür. Genellikle bir sonraki gebelikten önce bağımsız hale gelirler.
Yaşam Süresi
Yaban domuzlarının genel yaşam süresi 10 yıldır. 27 yıl yaşamış yaban domuzu kaydı dünya üzerinde mevcuttur. Genç ölüm oranı yüksektir.
Davranış
Avrupadaki yaban domuzları, genellikle gözlenen 20 li sürülere nazaran bazen 100 lü sürüler halinde bulunabilir. Bu sürüler yavruları,gençleri ve dişileri kapsar. Erkek domuzlar yetişkinliğe ulaştıkları zaman sürüyü bırakırlar ve tek başlarına yaşamaya devam ederler. Sürüler genel olarak çok çok büyük alanları dolaşırlar ama göç etmezler. Yaban domuzları daha çok şafak vaktinde, günbatımında ve gece aktiflerdir.
Yuva Bölgesi
Bilimsel araştırmaların belirtmesine göre yaban domuzlarının yuva ve yaşam bölgeleri 100 – 400 hektar arası değişmektedir. Erkek domuzların bölgeleri dişilere göre daha geniştir hatta iki katına yakındır.
İletişim, Algı ve Sezgi
Koku alma duyuları domuzların en gelişmiş özelliklerinden. Burun kasına bağlı büyük yuvarlak kıkırdak domuzun burnuna ekstra hareketlilik ve esneklik kazandırır. Yaban domuzu ileri düzeyde bir tat alma duyusuna sahiptir. Bilinmeyen nesneleri tat duyuları ile çok çabuk ve kolay tanımlayabilme yetisine sahiptir. Yaban domuzlarının iyi derecede görme yeteneğinden yoksun olduğuna inanılır. Gözleri , önden görüşü çok zayıflatacak şekilde kafanın yanlarında bulunur. Yaban domuzları homurdanarak ve çığırınarak sesli iletişim kurarlar.
Yemek Alışkanlığı
Yaban domuzu otobur ve etobur olarak seçim yapmadan beslenir. Yosunlardan sebze meyveye, cevizden meşe palamutuna, sürüngenlerden böceklere uzanan çok geniş bir besin yelpazesine sahip olduğu için, yemek bulması kolaydır. Bu kolaylık yaban domuzlarının çöllerden tutun dağlık arazilere kadar birçok çevrede yaşamlarını sürmesini sağlamıştır.
Yok Edicileri
Yaban domuzlarının bilinen en büyük yok edicisi, insandır. Erişkin domuzlar; ayılar, vahşi iri kedi türleri, ve timsahlar tarafından avlanır. Genç ve küçük yaban domuzları, büyük yılanlar, büyük sürüngenler, vahşi kediler ve kurtlar tarafından avlanır. Yaban domuzları tehdit altındayken ileri derecede agresif ve gözüpeklerdir. Sürekli gelişim gösteren ve keskinleştirebildilkleri dişlerini ; bunun yanında da , hacimlerinin tüm kuvvetini saldıranı incitmek ve devre dışı bırakmak için kullanırlar.
Yaban Domuzlarının Ekosistemdeki Rolleri
Doğuştan itibaren ekosistem içinde yer alan domuzlar, toprağı karşıtırarak farklılaşmasına, yeni tohumların kolonilenmesine ve meyve tohumlarının yayılmasına sebep olurlar. Bilhassa genç olan domuzlar, iri yok edici etoburlar için önemli bir av ve besin kaynağıdır. Ama bunun yanında küçük hayvanları yiyerek sebze ve meyve birimlerine zarar vererek ekosistem içinde zararlılar arasında da yer alırlar.
Hazırlayan : Tanya Dewey ve Jennifer Hruby
Türkçeye Çeviren : Deniz Diren
13 Ocak 2008 Pazar
domuzun delisi olurmu?
11 Ocak 2008 Cuma
birde fıkramız olsun
--kız --- baba benim eşim çok kötü.kumara başladı ve hergün içki içiyor der.
baba-- gayet sakin bir şekilde.kızım o bir hevestir, biraz sabret bırakır der.
kız bunu üzerine eşyalarını alır ve kocasının yanına döner.
aradan 6 ay daha geçmiştirki kız tekrar eşyalarıyla birlikte babasının evine gelir.
hemen baba sorar kızım ne oldu.
--kız-- baba eşim dediğin gibi kumarı,içkiyi bıraktı.ama şimdide hovardalığa başladı.
--baba-- biraz teselli eder ve,kızım sen bana güven .onuda kısa zamanda bırakacaktır der.
kız bunun üzerine tekrar evine döner.
herşey çok güzel devam etmektedir.ama bir müddet sonra kız tekrar eşyalarını alıp babasının evine döner.
--baba-- kızım ne oldu yine?
--kız-- baba eşim dediğin gibi kumarı içkiyi bıraktı .ardından hovardalığıda bıraktı.lakin şimdide avcılığa başladı...
--baba-- tamam kızım odanı hazırla.sen busefer ...oku yemişsin .avcılığı ölüdürsende bırakmaz artık
7 Ocak 2008 Pazartesi
gencer korkut (kocaeli)
murat demir
6 Ocak 2008 Pazar
6 ocak 2008 pazar.umut şeytanın bacağını kırdı sonunda
yine düştük yollara.avın heycanı doğanın güzelliği yine cağırdı bizi,derinlerden gelen yumuşak bir sesle.umut yine çılgınlıklarıyla deliliğiyle bağıra çağıra yolda ilerliyoruz, av yapacağımız meraya doğru.bu arada ekip yine dünkünün aynısı hilmi, serkan, umut ,ve ben. zübeyde hanım ormanı nın alt şeridinden yavaşça gidiyoruz.yolun kıyında bulunan koyun ağılında bulunan köpekler motorun etrafını sardı, durmadan yiycekmiş gibi bize havlıyorlar.umutta köpeklerle dalga geçiyor.umut sağ taraftan geriye bakarak köpeklerle dalga geçerken, ben sol tarafa doğru usulca eğilim hırlama sesiyle beraber umutun bacağını sıktım.umut bir hışımla bağırarak ilkindi(yani zıçtı altına )bizde canmı kaldı yıkılıyoz gülmekten.umutsa hala olayın şokunda.kahkahalarla vardık av yerimize.belevi sırtına doğru ufak bir parça var ilk önce orayı aramaya karar verdik.hilmi ve umut yolun alt tarafına sekan ise yukarıya zeytinlik içine çıktı,bense aldım köpekleri tuttum yolu salacağım yere doğru.barut çıkarken bir koku tuttu ve ters tarafa doğru gitmeye başladı,barağı salarsam onun sesine gidecek diye bir süre bekledim.bağır çağır barutu geri döndürdüm.sonra hepsini bir saldım ormana.bir müddet gezdiler ve ormandan çıktılar.buzaman zarfında bana yaklaşık 300 mt mesafede zeytinlikte çalışan 3 kişi var. durmadan bana sesleniyorlar. ama tam anlayamıyorum ne dediklerini.bağladım barağı tuttum yolu onlara doğru. yanlarına vardım.onlar sabah işe gelirken yolda 5 tane domuzla karşılaşmışlar ondan bağırıyorlarmış bana.onlardan yeri öğrenip teşekkür ederek ayrıldım.hemen hilmiye anons ederek durumu bildirdim.onlarda hemen dediğim yere doğru yöneldiler.tarif ettikleri yere geldim ve köpeği salmak için yerlerini almalarını bekliyorum.ama barut ve arap onları beklemedi.hemen sesle domuzun başına vardılar. domuzlar yürüdü hepsini karşıdan net seyrediyorum.biryandanda yetişmeleri için dua ediyorum . neyseki domuzlar ormanı terketmedi ve turlamaya başladı buda bize zaman kazandırdı.umut ve hilminin yerine ulaştığını gördüm ve barağı çıkarı verdim elimden.köpekler birleşti çıldın gibi kovmaya başladı.ormanda 1 tur çektikten sonra domuz dayandı köpekler başında sarıyor.hilmiyle karşıdan canlı yayın izliyoruz ,tam bu sırada bir feryat koptu köpeklerin sardığı yerden .köpeğin birine vurdu domuz ama hangisine .domuz yürüdü ve öyle bir yere girdi ki 4 kişinin arasına.ben ve umut karşılıklı ,serkan umutun daha altında hilmide benim altımda.domuz ilk önce serkana kadar çıktı .onu anlayıp geri döndü,oradan direk hilmiyi öptü ama onuda anladı,oradan umutla aramıza girdi.benim tarafından dere içinden geliyor üzerimize.birden umuta doğru yöneldi.umutun kalp atışını olduğum yerden hissedebiliyorum.domuz iyice yaklaştı.gözlerim umutta tüfek yüzünde öyle bekliyor.bir el silah sesi sonunda çekti tetiği.bulunduğum yerden duydum domuzun bağırışını .ama ne köpek sesi ne domuz sesi nede silah sesi, umutun bağrışlarını bastıramadı deliler gibi bağırıyor sevinçten.herşey çok güzeldi ama barutu domuz arka bacağından yaralamıştı ,eee domuz avı bu her an herşey olabilir biraz canım sıkıldı ama yapacak bişey yok.hemen toplandık.köpekleri tuttuk ve aynı yere salmak için hareket ettik.herkes yerini aldı,saldım köpekleri.köpekler kokuyla bir üst ormana çıktı domuzlar o parçadan kaymışlar.ters tarafa kaçtı. önüne geçemedik.hilmiyle bindik motora köpeklerin arkasından birmüddet gittikten sonra köpeğin önüne geçtik .biz köpekleri geçtik ama domuzda bizi geçmişti.orada tuttuk köpekleri ve geriye döndük.saat 12:30 olmuştu tam yemeğe oturduk eminde geldi yanımıza .yaktık ateşimizi yine avın güzel tarafıyla (yani muhabbetiyle )hem yemeğimizi yedik hemde çayımızı içtik.umut heycanla avı anlatmaya devam ediyor tabi bu arada.umut bana dün sen benim önünde domuzu vurdunya bak öğrendim bende vurdum demek önümde vurula vurula vurmayı öğrenicem dedi .bu sırada seko bombayı patlattı,tabi umut bak köpeklerde önünde vurula vurula avı öğreniyo sende öğrenicen dedi .biz kırıldık yine gülmekten.ordan toparlandık 2. avı yapmak için başka bir mevkiye geçtik .orada 2-3 parça orman aradık ama başka domuz bulamadık.köpeklerimizi tuttuk ve eve doğru düştük yola,eve gitmeden kulübe uğradık ve 1-2 bardak çay içtik birazda orda sohbet .bir av günü daha bitmişti.ama umutun bu gece uyuyabileceğini hiç sanmıyorum...(yüklediğim videoda umut o heycanla ufak bir küfür kaçımış azından şimdiden özür dilerim)
5 Ocak 2008 Cumartesi
5 ocak 2008 cumartesi
hava çok soğuk,ortalık buza kesmiş.peki bu bizim ava gitmemize engelmi? asla .umut ve serkan kuşadasından saat 8:30 da geldiler(ama ben hala yataktayım,avcı soğuktan korkarmı? saat 8:00 gibi dışarıya bir baktım,kendimi yatağa geri zor attım .soğuk yaw)ama umutlar gelince s.s kalktım artık.hazırlandım ve indim.köpeklerimi aldım ve beraber çıktık yola.selçuk çıkışında hilmiyle buluştuk 4 lü tamamdı.istikamet kurudağ mevkii ileriiiii.motorun üstünde titreye titreye gittik av maaline.kuru dağ altında baya bi iz kesitik ama umduğumuz izi bulamadık.yinede saldık köpekleri köpekler bir müddet gezdikten sonra çok neşeli olmamakla ses vermeye başladılar.dağın zirvesinden menderese doğru ilerlediler.bende alttan takip ediyorum köpekleri.gide gide menderes e vardık,orda köpeklerin önüne geçtim ve tuttum köpekleri.domuz menderesten karşıya geçmişti.ondan vaz geçtik,çünkü gittiği yer çok hoş değil.tektar köpeklerle aynı yere döndüm .oradan tekrar saldım köpekleri.oradan tekrar bir iz sürerek arkamızda kalan yaklaşık 400 dönüm kuru mısır tarlasına doğru gittiler.orada saatlerce uğraştık ama domuzu bulamadık.birazda moral bozukluğuyla topalndık,köpekler geldi ve ordan tekrar başka bir mevkiye gitmek için yola çıktık.varacağımız yere ulaştığımızda saat 12:30 olmuştu.umut ve hilmi önce birşeyler yiyelim diye ısrar etti. ama ben sabah domuz bulamamanın hırsıyla tekrar saldım köpekleri .hilmi ve serkan önden keseceğimiz yere doğru gittiler.umut ve bense köpeklerin arkasında biraz durup aynı yere gidecez.köpeklerin arkasında biraz takıldık,köpeklerde herhangi bir ses vermiyordu.hilmilerin yanına gitmek için tam hareket edecektik,ama edemedik çünkü motorun lastiği patlamış.off of bu çok kötü bir durum dağlarda aracın bozulması gerçekten hiç hoş değil.orda bıraktım motoru ve yayan yola devam ettik.hilmilerle aramız yaklaşık 1000 mt.yarı yola ulaşmıştıkki hilmi telsizden anons etti.hemen hilmiye döndüm, hilmi köpeklerin kovduğunu söyledi.biz umutla hızlandık ve hilmilerin olduğu yere geldik ve yerimizi aldık.köpek ler aynı tepede 2 tur attı,ve üzerimize doğru yöneldi iyice yaklaştılar. artık domuzun ormanda yaklaşırken sesini duyuyordum.umutla aramıza girdi çıktı çıkacak derken fırladı ormandan dışarı.aslında domuzu umutun vurmasını istiyordum ama benim üstüme geliyordu .umutta bu ara tüfek yüzünde beni izliyormuş.domuz iyice yaklaşınca tüfeği yüzüme aldım ve koltuğuna tek atış yaptım.tetiği çekmemle domuzun 4 ayağını havada gördüm.domuz olduğu yerde kalmıştı ama canlıydı.umut bunu görünce fırladı yerinden bağıra çağıra. umutta bir heycan.hemen çıkardı kamerasını ve çekmeye başladı ,bir müddet çektikten sonra bana tut şunu çekmeye devam et ben domuzu keseyim dedi(manyağa bak yaw domuzu kesecek birde kameraya çekecek bende bunu bloğa koyacam ve tüm dünya bizi katil ilan edecek)biraz uğraştan sonra vaz geçirdim umutu,köpekleri bağladım ve tek mermi atarak öldürdü domuzu.hilmi ve serkanda yanımıza geldi bu arada .avı yaptık ya neşemiz yerine gelmişti.hemen ateşimizi yaktık,sucuklarımızı koyduk közün üstüne,az sonra mis gibi kokular yayılmaya başladı ortalığa,sohbet muhabbetle sucuk ekmeğimizi yedikten sonra, aldım köpekleri ve aynı yere salmak için yola çıktım.vurduğumuz domuz küçüktü orta tek yatması ufak bir ihtimaldi.alayın geri kalanı o ormanda olmalıydı .şeritten biraz yukarı doğru çıktım ve saldım köpekleri .barak ok gibi fırladı elimden.az önce kaldırdığı yatağa gidiyor büyük bir ihtimal.ve dediğim gibi direk domuzun başına gitti köpekler .bir müddet sardılar domuzun başında,ben başladım havaya sıkı atmaya bağırmaya ve yürüdü domuz .av yaptığımız bu yer yekpare bir tepe hiç bir bağlantısı yok ama büyük bir orman.bu yüzden domuz kalktımı çok tur atar tepede .köpekler asvalta doğru kovarak gitti ben arkalarından.yine bir 3 -4 tur attı tepede ama kestiğimiz bölgeye çıkmadı .umutun 150 mt kadar sağından çıkıyor ormandan.geçeçeği alan çok uzun.umut koşarak önüne geçmeye çalışıyor ama yetişemiyor.uzak mesafeden başlıyor atmaya ,domuzun arkasından 4 el ateş etti. tabi vuramadı.ama iyi bi korkuttu domuzu .o mesafeden domuzun vurulması sadece tesadüflere bağlı.umut kafaları yicek delirdi .bir yandan umutu sakinleştirmeye çalışıyorum ,biryandanda köpeklerin gittiği yöne doğru ilerliyoruz.hilmi motorla bizden önce gitmişti.ve ordan anons etti köpekler karşıya geçti diye .yapacak birşey kalmamıştı tek yapmamız gereken köpeklerin geri dönmesini beklemek.neyseki barak motorun lastiğinin patlak olduğundan acıdı heralde,yarım saat sonra geri döndü.hemen toparlandık ve motorun yanına geldik .lastiği söktük ve hilmiyle serkan selçuğa götürdü.bizde umutla yaktık ateşi oturduk başına muhabbet ediyoruz .yaklaşık 1 saat sonra serkan döndü ve lastiği taktıktan sonra evimize döndük ...bir av günüde böyle geçmişti.yarın yine avdayım.ALLAH hepimize kazasız belasız avlar nasip etsin..
1 Ocak 2008 Salı
candan turhan (doğanın gönlünü alabilecek miyiz?)
Modern insan, mütehakkim insan, muktedir insan aciz bir kukla gibi devasa bir elin
içinde ordan oraya fırlatılırken, kontrol edemediği için dehşet içinde... Modern insanın sığınacak bir inancı bile bırakılmamışken. İnsanoğlunun hakim olamadığı, elle tutulamayan, insan zihninin, çalışmasının ürünü olmayan her şey itibardan düşmüşken. Tahminlerin ötesinde depremler, şehirleri yutan seller, modern hayatı felç eden soğuklar, açıklanamaz elektrik kesintileri, nerden çıktığı anlaşılmayan ölümcül hastalıklar, boğucu sıcaklar, insanı ve dehasını ve hakimiyetini bir kuru yaprak gibi parçalayarak savuruveren kasırgalar, rüzgarlar... Şimdi hakim olan kim?
Elindeki tek alet çekiç olan, herşeyi çivi olarak görür. Modern insan, uzmanlaştığı tek yaklaşım olan mücadele gücü ve hırsıyla ait olduğu, ait hissettiği yerde, şehirde hakimiyet savaşına devam ededursun. “Öteki” insan sürdürülebilir yaşam için başka bir yol, başka bir şekil, başka bir yöntem olduğuna inanacak, -çeşitli nahoş sıfatlarla damgalanma pahasına- başlangıçtaki duruma öykünecektir: İnsan zihni hakimiyeiken...