10 Nisan 2008 Perşembe

İlk bek, beklenmedik zamanda geldi

Domuz bekinin toptan yasaların dışında kaldığını kabul edelim bir kere baştan. Av yasaları, mevsiminde yapılan sürek avları için geçerli. Ağzından domuz kelimesi çıkan herkesin mutlaka yaptığı bek avı ise yasa dışı. (Arazi sahiplerinin mahsulünü korumak için jandarmadan ürkütme amaçlı av izni alması da mümkün tabii ama bunun çoğunlukla alınmadığını, alınsa da avın ürkütme amaçlı olmadığını benden duymuş olmayın...) Evet bek yasa dışı olabilir ama hepimizin bildiği gibi yasa dışı başka, ahlak dışı bambaşka. Yasal koşullarda yapılmasına rağmen son derece ahlak dışı olan avlar, eminim tecrübeli avcılar da bana katılır ki, bek avlarını kat kat katlar. Kaldı ki bekte önceden kesilen izlerden olsun, av sırasındaki seslerden, yerleşimlerden, yayılmalardan olsun, görülen manzaradan olsun avın dişi mi erkek mi, yavru mu yetişkin mi olduğu anlaşılır. Böylece hedef doğru belirlenir, dişilere kalleşlik yapılmaz, yavrulara adilik yapılmaz, hatta bazen tüfek bile sıkılmaz. Elbette bu av seçip belirleme becerilerine de ancak iyi bir avcı sahiptir.

İşte ben de her zamanki gibi kendimi sağlama aldım ve iyi avcılarla beke gittim: hem de beke gittiğimin farkında bile olmadan! Olay, hem de nerdeyse ta bir ay önce, şöyle vuku buldu: Bir akşam bir telefon geldi, “Biraz akşam gezmesine gitmek istiyor musun? Hadi hazırlan, sağlam giyin, şu saatte şurda ol! Ha, tüfeğini ve Remingtonlarını da unutma.” Peki, hazırlandık, gittik. Zeytinköy yoluna girdik, karanlıkta, ıssızlıkta gittik gittik, galiba Gebekirse gölünün yanından geçip bir tepenin yamaçlarına doğru yanaştık. Arabayı park et dendi, ettim. Tüfeğini falan al, ceketini falan giy dendi, yaptım. Hadi, yürümeye başladık. Konuşmaya çalışma girişimlerim “Şşşşt!” sesleriyle karşılanınca işkillenmeye başladım, yoksa bu masum bir gezme değil miydi? Ama gezme de olsa amacımız domuzları dinlemek, izlemek olduğuna göre aslında sessiz olmamız mantıklıydı. Böylece sustum...

Yürüdük, yürüdük, dere tepe demiyim ama epey düz gittik. Alçak tepenin yamaçları herhalde ormanlık, yamaçların altlarında meyve bahçeleri var, onların yanından yürüyoruz. Hiç de meyve yok ki henüz domuzları çekecek. Arada durup durup kulak kabartıyoruz, tabii ben değil ama kulakları domuz sesini algılayabilen avcılar. Ses yok, yok, derken uzaktan bir sesler gelmeye başlamaz mı! Oysa bana demişlerdi ki, hiç heveslenme, bu dönem domuza en zor rastlanan zamandır, muhtemelen bir tane bile göremeyiz, duyamayız, maksat seni gezdirmek olsun... Ben de domuz duymayı, görmeyi kafamdan çıkarmış, üşümemeye çalışarak geziniyordum hafif ay aydınlığında.

Sesler gelmeye başlayınca iyice sessiz ilerlemeye başladık. Neyse ki rüzgâr bize doğruydu da koku sorunumuz olmadı baştan. Tarlaların içinden geçmeye, ormanın kıyısına yanaşmaya başladık; artık ben bile duyuyordum domuzların sesini. Seslerini duya duya yaklaştık, yaklaştık... Uygun bir yerde, bir çalıları siper alarak çömeldik, yüzümüz ormana dönük yerleştik. Aslında ses çıkarmadan onları izleme pozisyonuna ulaşabilmiş olmamı bile başarı sayıyorum kendi adıma, bu arada: Boğazım gıcıklandı, öksürmedim, bacağım ağrıdı, oflamadım, domuz kardeşleri uyaracak hiçbir şey yapmamayı başardım.

Epey bir domuz hareketli ormanın kıyısına yakın. Ormanın kenarında bir yol var, yanında bir hendek var genişçe, biz hendeğin öte yanındayız. Tam karşımızdan, biraz daha sağımızdan, bir sürü sesler geliyor. Karşımızdaki iri bir domuz, çatırdayıp duruyor. Ötekiler daha ufak seslerle yayılıyor. Bir de bizim arka tarafımızda kalan bir tane var ki şimdilik ona konsantre olmuyoruz. Domuz bulduğumuz için, şimdiye kadar hep insanlardan dinlediğim “gece domuz yayılması sesini” gerçek sahibinden duyduğum için, bu kadar yakınlarına varabildiğim için mutluyum. İşte o sırada beni afallatan soru geliyor: “Hazır mısın?” Nasıl yani?.. Neye hazır mıyım? İşte neye geldiysek bulduk: Domuz izliyoruz, dinliyoruz, takip ediyoruz, daha ne!

Duruma uyanarak şaşkınlıkla “Ben atmayacağım ki!” diyorum, ısrarla neden atmayacağım soruluyor, minicik fısıltılarla “Yahu,” diyorum, “ya gebeyse mesela?” “Sana gebe domuza attırmayacağız herhalde!” “Peki ama emin olunabilir mi ki?” “Fesuphanallah, iri erkek domuzu bulacağız ona atacaksın işte!” “Yok, atmayacağım.” “Yahu neden?!” “Hazır değilim...”

Hayatını dağda, bayırda, domuzların, tüfeklerin arasında geçirmiş insana nasıl anlatılır ki: Benim için domuz vurmak, psikolojik bir hazırlık gerektiriyor. İlk kez geldiğim bu ortamda konuya, konuma hakim değilim henüz. Yeterince aşina, yeterince rahat değilim. İlk kez bir alay domuzla aynı düzlemde, nerdeyse burun burunayım. Ne zaman, ne durumda ne yapacaklarını, neler yapabileceklerini yaşamamışım. Üstüne üstlük kendilerini görmüyorum, ancak seslerini duyabiliyorum. Konuya hakim olmalıyım önce ki hakimiyet kurmaya kalkayım, tüfeğimi yüzüme alayım. Elbette usta avcılarlayım ve onlara güveniyorum, elbette beni tehlikeye atacak değiller ama bazı şeylerin yaşanarak insan hafızasına kazınması gerekiyor, akıl, mantık, kelimeler yeterli değil...

“Farkında değilsiniz ama bu bayağı korkutucu bir durum,” diyorum... Demez olaydım: Bundan sonra günler boyunca işin adı, “Candan korktu da domuza atamadı!” oluyor. Hadi bakalım. Sen kalk acemi avcıyı kapkaranlık geceyarıları gezmeye gidiyoruz diye kandırıp beke götür, düşe kalka üşüye titreye domuz izlet, sonra da pat diye “Kaldır tüfeğini at!” dediğinde atmadı diye korkak yap... Ah siz usta avcılar, her şey sizin gördüğünüz kadar basit olsaydı bizim için bize acemi demezlerdi, hiç düşünmezsiniz değil mi?

İşte böyle neticelendi ilk gece bekim, domuz izledik, dinledik, atmadık, atmayınca dikilip domuzlara bağrındık, tüm alayın çatır çatır ormana geri kaçışını gördük... Dönerken ustalarımı, bu ilk seferim olduğu için böyle gafil avlandığıma, genel olarak domuzdan korkmak gibi bir huyum olmadığına, bir dahaki bekte bunu kanıtlayabileceğime inandırmaya çalıştım. Gerçekten ben de kendimden daha iyi bir performans bekliyorum bir dahaki sefere! Beke gittiğimi, domuz vurabileceğimi bilerek yola çıkmam dahi yeterli olabilir ya daha iyi bir performans için, göreceğiz bakalım...

4 Nisan 2008 Cuma

martin'in yakışıklı domuzu - martin's handsome boar


alman avcı arkadaşım martin'in güzel trofesi, leziz bir yahni olmak üzere eve doğru giderken... martin'in başarılı avlarının devamını dilerim.
(my german hunter friend martin taking home his beautiful trophee to become a delicious boar stew... wishing martin many more successful hunts.)