Biz çok köpek kaybettik. Benim ayrı, avcıbaşının ayrı,
sürüyle köpeği kayboldu, yok oldu, ondan öldü, bundan kaldı. Zaten ancak bir
sürü köpek kaybeden bilir, her birinin acısının ayrı olduğunu...
Bazısı eskidir, bazısı yenidir. Bazısı genç, bazısı yaşlı,
işe yarayan, yaramayan, sadık olan, uçarı olan, uslusu, haşarısı. Ama diyemez
insan bir türlü, Aman zaten haşarıydı, yolu açık olsun, ya da Çok başımı
ağrıttıydı, şimdi başkasınınkini ağrıtsın, veya Aslında istediğim gibi bir
köpek olamamıştı ama, diye. Gençse, hayallerin vardır onunla gerçekleştireceğin.
Yaşlıysa, çok alışmışsındır. Yaramazsa o enerjisinin eksikliği hissedilir,
usluysa sükunetinin verdiği huzur yok olur. Hep bir şey gider insanın canından.
Ben de Çakır olsam, ben de böyle ölmek isterdim. Dedim
demesine ama içimin cızlaması geçmedi. Dedim diyeceğimi sahibine ama lafı öyle
bırakmaya, bırakıp gitmeye içim elvermedi. Su testisi su yolunda kırılır, av
köpeği hem de yaşı ilerlemişken yatağında mı ölsün, araba çarpmasında mı? Tabii
avda. Ama bitmedi. Sahibi dedi, av bu, ölmek de var kalmak da. O avcı da
öldürmek için atıyor, o hayvan da canı için savaşıyor. Avda köpek elimden
çıkarana kadar benim, ondan sonra geri gelirse ne âlâ, gelmezse gelmez. Dedi ama...
Söz uçar. İçim yazmak istedi.
Bir kere Çakır efendi köpekti. Sahibi ‘adam gibi adam’ der
ya, o da köpek gibi köpekti. İnsanı
bezdiren hiçbir şeyi yoktu, şımarıklık, huysuzluk, aksilik, başına buyrukluk. Gereksiz
yere konuşmayan, vazifesini hevesle ve sükunetle yapan, olgun bir beyefendi
gibiydi. Hele de son dönemde, çoğunluk eniklerin arasında kaldığımız dönemde
Çakır hep bir adım ayrı, vakur, ağırbaşlı durdu.
Efendiliği bir yana, Çakır avcıydı. Vazifeşinas, yorulmaz,
şikayet etmez, yerinde durmaz bir avcı. Öteki köpeklerin sesine dayanamayarak
arabanın brandasını yiyip fırlamıştı bir kere, biz onu tutmuş öteki köpekleri
yakalamaya çalışırken. Ondan sonra anlaşılmıştı ki herhangi bir köpek kovarken
Çakır’ı yerinde tutmak mümkün değil. Kaç defa kaşla göz arasında boynundaki ipi
yiyiverip kendini dağlara attı, kim bilir... Son gününde de boynundaki ip
ortasından yenip yamanmıştı. Bir kere arabanın kapalı kasasında tüm köpeklerle
birlikte bağlıyken, hepsinin ipini yediğini anlattık. Birkaç hafta evvel, kopartamasın
diye kendisi zincirle bağlıyken yanındaki Pars’ın ipini yediğini anlattık. İşin
iyi yanı, dedik, artık ipler sağlam kalacak!
Sabah ben gezdirdim avdan önce, öteki köpekler tutanlara
takla attırırken Çakır ipe bir kere bile asılmadı. Umut, Bunu kötü görüyorum
birkaç defadır, kemikleri fırladı, dedi. Evet hep karnı çok inceydi ama bu defa
ben de arka taraflarını çok zayıflamış buldum; ona torpil yapmaya karar verdim,
bir süre fazladan besleyecektim, azıcık toparlayana kadar. Tuttum, sevdim, koca
kulaklarını, ince bacaklarını. Av köpekleri normalde çok şahsi ilgi görmüyor, o
sabah ev köpeği gibi bir güzel sevdim Çakır’ı.
Sonra tasmasını yenisiyle değiştirdik – kaç tasma eskitti
sevgili Çakır? Kaç kayış, kaç künye? Kaç sene, kaç av, kaç domuz? Hangi dağda
sesi yankılanmadı, hangi dereyi ayakları çiğnemedi Selçuk’ta, Zübeyde’de,
Belevi tepesinde, Lümbürdek’te, Handon boğazında, Barutçu gölünde, Kurudağ’da,
Şirince’de, Eyice’de? Sinan Dede’deki vahşi batı avımızda ilk o daldı domuza
tam karşımızda, kayanın tepesinden vııyyykk diye uçtuğunu gördük, sonra hemen
ayağa fırlayıp tekrar daldığını. Gözükaraydı.
Kurudağ’ın kenarında mıydı bir kere uçarak gittim, nerdeyse
baygın bir Çakır’ı arabaya atıp veterinere yetiştirdim... Sahibinin umudu yoktu
ama kurtuldu, hemen ava fırladı yine. Kaç kere yarıldı, av av üstüne, iyileşip
ilk çıktığı avda yine yarılırdı. Oysa şimdi, ne zamandır yarılmıyordu, sağlamdı
kaç avdır... Yine de kaybetmekten zor kurtulduk daha birkaç hafta önce, lavuğun
biri kovgunun ortasında yola çıkan köpeği alıp İzmir’e gidince. Nasıl sağ kaldı
o lavuk bilmiyorum, ben bile fırlayıp giderek suratını dağıtmak istedim
günlerce: Bizim köpeğimiz! Ne cüretle! Bizim parçamız!
Arvalya’daki son avımızda arabanın ön koltuğunda ayaklarımın
dibinde oturdu kaç defa, ne uslu oturdu – yalnız elimden kemirdiğim simidimi
kaptı, ama o kadarı da hakkıydı artık! Yaşını 8, 9 diye tahmin ediyorduk,
kulakları daha az duymaya başladı diyorduk, kafası kadar olan kulaklarını
kesersek daha iyi duyacağını tahmin ediyordum ben de... İlk ölen köpeğim geldi
yine aklıma bu ölümle; ne kadar riski bilsen de, ne kadar her salışında geri
gelmeyebileceğini bilsen de iyi bir köpeğinin, aranda sağlam bir ilişki olan
köpeğinin gidişine hazırlıklı olmak mümkün değil, bu gidişleri kanıksamak
mümkün değil, bunu hatırladım tekrar hüzünle. İlla ki bir parçan yok olmuş gibi
hissediyorsun, elin kopmuş falan sanki.
En az 4 sene evvel Muğla’dan aramıza katılmıştı Çakır, 4
senedir o bize, biz ona hizmet ediyorduk. Geldiğinde belki bu kadar iyi av
yapmıyordu ama sahibiyle, Barak’la, bizle avlandı, öğrendi, karşılıklı
alışıldı, hakiki avcı, hakikatli köpek oldu. Kesik, koca sesini izledik tüm
Selçuk dağlarında, derelerinde, Çakır buldu, Çakır kaldırdı, Çakır kovuyor,
Çakır başında dedik. Sardı, bırakmadı, gece karanlıklarına kadar, dağlar
bayırlar ötesine kadar sardı. Tilki kovmadı, avı bırakmadı, bizi üzmedi, yüzümüzü
kara çıkarmadı.
Barak’ın yoldaşı, son koca köpek Çakır: Biz hakkımızı helal
ettik, sen de et Çakır. Ev köpeklerim öldüğü zaman, kemik cennetine
gittiklerini hayal ederim onlar adına mutlu olmak için. Çakır’ın da domuz
cennetine gittiğini hayal ediyorum şimdi, sonsuza dek azılılar kovacağını.
Eminim öyledir de.