18 Aralık 2012 Salı

ÇAKIR 16 ARALIK 2012



Biz çok köpek kaybettik. Benim ayrı, avcıbaşının ayrı, sürüyle köpeği kayboldu, yok oldu, ondan öldü, bundan kaldı. Zaten ancak bir sürü köpek kaybeden bilir, her birinin acısının ayrı olduğunu...

Bazısı eskidir, bazısı yenidir. Bazısı genç, bazısı yaşlı, işe yarayan, yaramayan, sadık olan, uçarı olan, uslusu, haşarısı. Ama diyemez insan bir türlü, Aman zaten haşarıydı, yolu açık olsun, ya da Çok başımı ağrıttıydı, şimdi başkasınınkini ağrıtsın, veya Aslında istediğim gibi bir köpek olamamıştı ama, diye. Gençse, hayallerin vardır onunla gerçekleştireceğin. Yaşlıysa, çok alışmışsındır. Yaramazsa o enerjisinin eksikliği hissedilir, usluysa sükunetinin verdiği huzur yok olur. Hep bir şey gider insanın canından.

Ben de Çakır olsam, ben de böyle ölmek isterdim. Dedim demesine ama içimin cızlaması geçmedi. Dedim diyeceğimi sahibine ama lafı öyle bırakmaya, bırakıp gitmeye içim elvermedi. Su testisi su yolunda kırılır, av köpeği hem de yaşı ilerlemişken yatağında mı ölsün, araba çarpmasında mı? Tabii avda. Ama bitmedi. Sahibi dedi, av bu, ölmek de var kalmak da. O avcı da öldürmek için atıyor, o hayvan da canı için savaşıyor. Avda köpek elimden çıkarana kadar benim, ondan sonra geri gelirse ne âlâ, gelmezse gelmez. Dedi ama... Söz uçar. İçim yazmak istedi.

Bir kere Çakır efendi köpekti. Sahibi ‘adam gibi adam’ der ya,  o da köpek gibi köpekti. İnsanı bezdiren hiçbir şeyi yoktu, şımarıklık, huysuzluk, aksilik, başına buyrukluk. Gereksiz yere konuşmayan, vazifesini hevesle ve sükunetle yapan, olgun bir beyefendi gibiydi. Hele de son dönemde, çoğunluk eniklerin arasında kaldığımız dönemde Çakır hep bir adım ayrı, vakur, ağırbaşlı durdu.

Efendiliği bir yana, Çakır avcıydı. Vazifeşinas, yorulmaz, şikayet etmez, yerinde durmaz bir avcı. Öteki köpeklerin sesine dayanamayarak arabanın brandasını yiyip fırlamıştı bir kere, biz onu tutmuş öteki köpekleri yakalamaya çalışırken. Ondan sonra anlaşılmıştı ki herhangi bir köpek kovarken Çakır’ı yerinde tutmak mümkün değil. Kaç defa kaşla göz arasında boynundaki ipi yiyiverip kendini dağlara attı, kim bilir... Son gününde de boynundaki ip ortasından yenip yamanmıştı. Bir kere arabanın kapalı kasasında tüm köpeklerle birlikte bağlıyken, hepsinin ipini yediğini anlattık. Birkaç hafta evvel, kopartamasın diye kendisi zincirle bağlıyken yanındaki Pars’ın ipini yediğini anlattık. İşin iyi yanı, dedik, artık ipler sağlam kalacak!

Sabah ben gezdirdim avdan önce, öteki köpekler tutanlara takla attırırken Çakır ipe bir kere bile asılmadı. Umut, Bunu kötü görüyorum birkaç defadır, kemikleri fırladı, dedi. Evet hep karnı çok inceydi ama bu defa ben de arka taraflarını çok zayıflamış buldum; ona torpil yapmaya karar verdim, bir süre fazladan besleyecektim, azıcık toparlayana kadar. Tuttum, sevdim, koca kulaklarını, ince bacaklarını. Av köpekleri normalde çok şahsi ilgi görmüyor, o sabah ev köpeği gibi bir güzel sevdim Çakır’ı.

Sonra tasmasını yenisiyle değiştirdik – kaç tasma eskitti sevgili Çakır? Kaç kayış, kaç künye? Kaç sene, kaç av, kaç domuz? Hangi dağda sesi yankılanmadı, hangi dereyi ayakları çiğnemedi Selçuk’ta, Zübeyde’de, Belevi tepesinde, Lümbürdek’te, Handon boğazında, Barutçu gölünde, Kurudağ’da, Şirince’de, Eyice’de? Sinan Dede’deki vahşi batı avımızda ilk o daldı domuza tam karşımızda, kayanın tepesinden vııyyykk diye uçtuğunu gördük, sonra hemen ayağa fırlayıp tekrar daldığını. Gözükaraydı.

Kurudağ’ın kenarında mıydı bir kere uçarak gittim, nerdeyse baygın bir Çakır’ı arabaya atıp veterinere yetiştirdim... Sahibinin umudu yoktu ama kurtuldu, hemen ava fırladı yine. Kaç kere yarıldı, av av üstüne, iyileşip ilk çıktığı avda yine yarılırdı. Oysa şimdi, ne zamandır yarılmıyordu, sağlamdı kaç avdır... Yine de kaybetmekten zor kurtulduk daha birkaç hafta önce, lavuğun biri kovgunun ortasında yola çıkan köpeği alıp İzmir’e gidince. Nasıl sağ kaldı o lavuk bilmiyorum, ben bile fırlayıp giderek suratını dağıtmak istedim günlerce: Bizim köpeğimiz! Ne cüretle! Bizim parçamız!

Arvalya’daki son avımızda arabanın ön koltuğunda ayaklarımın dibinde oturdu kaç defa, ne uslu oturdu – yalnız elimden kemirdiğim simidimi kaptı, ama o kadarı da hakkıydı artık! Yaşını 8, 9 diye tahmin ediyorduk, kulakları daha az duymaya başladı diyorduk, kafası kadar olan kulaklarını kesersek daha iyi duyacağını tahmin ediyordum ben de... İlk ölen köpeğim geldi yine aklıma bu ölümle; ne kadar riski bilsen de, ne kadar her salışında geri gelmeyebileceğini bilsen de iyi bir köpeğinin, aranda sağlam bir ilişki olan köpeğinin gidişine hazırlıklı olmak mümkün değil, bu gidişleri kanıksamak mümkün değil, bunu hatırladım tekrar hüzünle. İlla ki bir parçan yok olmuş gibi hissediyorsun, elin kopmuş falan sanki.

En az 4 sene evvel Muğla’dan aramıza katılmıştı Çakır, 4 senedir o bize, biz ona hizmet ediyorduk. Geldiğinde belki bu kadar iyi av yapmıyordu ama sahibiyle, Barak’la, bizle avlandı, öğrendi, karşılıklı alışıldı, hakiki avcı, hakikatli köpek oldu. Kesik, koca sesini izledik tüm Selçuk dağlarında, derelerinde, Çakır buldu, Çakır kaldırdı, Çakır kovuyor, Çakır başında dedik. Sardı, bırakmadı, gece karanlıklarına kadar, dağlar bayırlar ötesine kadar sardı. Tilki kovmadı, avı bırakmadı, bizi üzmedi, yüzümüzü kara çıkarmadı.

Barak’ın yoldaşı, son koca köpek Çakır: Biz hakkımızı helal ettik, sen de et Çakır. Ev köpeklerim öldüğü zaman, kemik cennetine gittiklerini hayal ederim onlar adına mutlu olmak için. Çakır’ın da domuz cennetine gittiğini hayal ediyorum şimdi, sonsuza dek azılılar kovacağını. Eminim öyledir de.

17 Aralık 2012 Pazartesi

hakkını helal et oğlum ...

                                         SONSUZ AVLAKLARDA YOLUN AÇIK OLSUN

16 aralık 2012 sağlık mevkii




19 Eylül 2012 Çarşamba

12 Mart 2012 Pazartesi

AV YOLDAŞLARIM


İNKA
ŞİLA
PARS

   


YAPRAK
ÇAKIR
GARİP
     


                                                               
HERA

25 Şubat 2012 Cumartesi

ben avcıyım


Ben, avcıyım. Doğada yaşarım. Senden çok daha az çentik atarım, senin verdiğinden çok daha az zarar veririm doğaya.

Ben, avcıyım. Doğayı bilirim, doğayı anlarım, doğaya sonsuz bir saygı duyarım. Hayvanların her türlüsü bana, sana olduğundan çok daha yakındır. Senin adam yerine koyup yaşama hakkı vermediğin bir sürü hayvanla ben aynı havayı solumaktan mutluluk duyarım. Ben fareyle, yılanla, sansarla, yarasayla eşit ve bir olduğumu bilirim çünkü.

Ben, avcıyım. Doğanın en büyük kudret olduğunu, senin ezelden beri düşünsen kuramayacağın bir düzeni olduğunu, senin ölene kadar uğraşsan yok edemeyeceğin bir uyum sağlama becerisi olduğunu bilirim.

Ben, avcıyım. Beton barınaklarda, egzos gazı ve kötülük dalgaları arasında şehirde yaşarken doğayı benden ayrı bir şey zannederdim ben de, onu benden korumaya kalkardım.

Ben, avcıyım. Doğada yaşarım. Doğayla aynı sofraya otururum. Ben onun ürünüyle beslenirim, o benim sevgimle.

Ben, avcıyım. Doğada yaşarım. Şehir insanından çok daha az tüketirim her şeyi. Benim için ağaçlar kesilmez, benim için deterjanlarla su kaynakları kirletilmez, benim için atmosfere zararlı gazlar salınmaz ve benim için dünyanın radyasyonu artmaz. Doğa benim ayak izlerimle sarsılmaz, parmaklarımın ucuna basarım hep.

Ben, avcıyım. Tüfeğimi kaldırıp avımı vurdum diye doğaya senden fazla zarar verdiğimi düşünmene ancak gülebilirim.

Ben, avcıyım. Doğa beni bağrına almadan önce korkardım ben de tüfekten, tabancadan, ölümden. Şimdi yaşamın ve ölümün gerçeğiyle bütünüm. Gerekeni öldürürüm, gerektiğinde de onlar beni öldürür. Sistem basittir.

Ben, avcıyım. Doğayla birim. Doğada merhamet yoktur, o yapılması gerekeni yapar; ben de öyle.

Ben, avcıyım. Her canlıya tetik düşüren bir torbacı değil. Doğaya karşı bir vicdan azabım, bir ezikliğim yok ki onu cam fanuslarda kendimden korumak için dişimi tırnağıma takayım. Her gün bir sürü hayvan giyiyor, bir sürü hayvan yiyor, bir sürü tüketimim için bir sürü hayvanın katledilmesine aracı oluyor değilim.

Ben, avcıyım. Doğanın bir örümceğini, bir kara sineğini, bir sıçanını öldürmemek için uğraşırım ama karşıma çürümüş fare, parçalanmış kuş, kokmuş domuz, ölmüş köpek çıkınca tiksinmem. Doğaya saygım vardır; o neyi nasıl ve neden yaptığını bilir.

Ben, avcıyım. Senin gibi, ben de katilim. Senin gibi, ben de hayvan öldürüyorum. Kara sinek, sivrisinek, akrep, fare, tavuk, domuz, ördek, kuş... Tanrının iradesini yok sayan “ahimsa*” uygulayıcıları haricinde, hepimiz katiliz.

Ben, avcıyım. Benim için tüm hayvanlar da, tüm insanlar da birdir. Soframa kral da oturur, çoban da.

Ben, avcıyım. Benim elimde yüz yüze geldiğim bir hayvanın kanı varsa, senin elinde deterjanlarının, yakıtlarının, klimalarının, deodoranlarının zehirlediği kuşların kanı, yaşadığın lüks sitelerin yok ettiği doğal yaşam alanlarındaki habitatın kanı, beslediğin AVM’lerin tükettiği elektriğin, suyun, gazın elde edildiği doğal yaşamın kanı var.

Adam gitmiş kadına, “Hanımefendi,” demiş, “size bir milyon liralık bir gerdanlık hediye etmek istiyorum, lütfen kabul eder misiniz?” Kadın hayret ve mutlulukla, biraz mırın kırın ederek kabul etmiş. Adam gerdanlığı vermek yerine devam etmiş: “Peki, 100 lira karşılığında benimle beraber olur musunuz?” Kadın kıpkırmızı olmuş ve bağırmaya başlamış: “Ne demek istiyorsunuz?! Siz beni ne zannettiniz??” Adam sakince cevap vermiş: “Ne olduğunuzu anladım da, rayicinizi belirlemeye çalışıyorum...”

Ne zaman birisi bana, av faaliyetleriyle ilgili olarak “Aaa ben hayvanları çok severim, onlara ateş edemem!” dese bu fıkra geliyor aklıma. Bazıları sadece kendi kendilerine diyor bunu, bana bir gönderme olmaksızın. Onlar değil ama cümlelerinin sonunda, “...Peki sen nasıl ateş edersin? İnsan hayvana ateş etmemeli! Sen de hayvanlara ateş etmemelisin çünkü bence yanlış! Bence yanlışsa, evrensel olarak yanlış demektir! Ayıp ve korkunç! Vahşice ve acımasızca! Haksızlık ve eşeklik!” duyulanlar, ah onlar...

Ben, avcıyım. Benim için insancıllık, şevkat, sevgi doğanın yaşam ölüm döngüsüne saygı gösterip onun yüceliğini kabullenmekte; ne pahasına olursa olsun yaşamı savunmakta değil. Ben, avcıyım. “Herkes ve her şey, sonsuza kadar yaşasın!” dediğin için benden daha insancıl olduğunu düşünmenin senin saflığın olduğunu bilirim; tüfekten, kandan, ölümden tiksindiğin için doğa karşısında alnının daha ak, başının daha dik olduğunu sanmanın..

Ben, avcıyım. Avcılığın bana ne kadar çok şey kattığını, gündelik hayatımda ara ara ayırt ediyorum. Çocuklarımıza verebileceğimiz en değerli niteliklerin av ile geliştirilenler olduğuna inanıyorum. Av insana doğayı dinlemesini, gözlemesini, sezmesini öğretir çünkü. En ufak çıtırtının anlamını çözmesini. En hafif kokuyu değerlendirmesini. En ince hareketi ayırt etmesini. Bunun için doğayla bir olmak gerektir, ondan üstün bir yaratık değil, onun sıradan bir parçası olduğunu kabullenmek. Ve avcının en heyecanla beklediği an için, sakince pusu kurmasını gerektirir av. İlmek ilmek o anı oluşturmasını, her şeyin zamanını yahut sırasını beklemesini, sabretmesini, avcı arkadaşlarına adil davranmasını, avını küçük görmemesini öğretir. Doğanın her zerresiyle iletişim kurmasını. Hem takım oyununu, hem kendinden başkasına bel bağlamamayı. Gerekli her şeyin, insanın kendinde mevcut olduğunu öğretir av. Aslında bireyin ihtiyaçsız olduğunu ve aslında doğayla bir olduğunu, doğa gibi kendi içinde bir bütün olduğunu.

Ben, avcıyım. Sırf bir hayvana kurşun sıktım diye senden daha çok hayvan öldürmüş olmadığımın bilincindeyim. En azından öldürmemi istekli, bilinçli ve kabullü yapmamın müsterihliğindeyim.

Ben, avcıyım. Dünyadaki ayak izimi ne şekilde bırakmak istediğimi bin defa seçecek olsam, bin defa avcı olmayı seçerim. Şehirde yaşayarak yavaşça ve şuursuzca doğayı katledip, kendisi gibi olmamak suçundan dolayı “inandığı gibi yaşayan**” avcılara parmak uzatmak yerine. 



*ahimsa: Bazı Budistlerin uyguladığı, havadaki mikroorganizmalar dahil hiçbir canlıyı incitmemek için ağızlarına maske takmak gibi uç önlemlere başvuran prensip.

**”İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanırsınız” – Hz. Ömer

20 Şubat 2012 Pazartesi

2012 den kareler





















uzunzamandır ilgilenemediğim bloğuma şimdilik bir kaç kare atmakla yetiniyorum önümüzdeki sezon inşallah daha detaylı ve organize bir şekilde bloğumuzu canlı tutmaya devam edeceğiz.