12 Ocak 2009 Pazartesi

Hamza, aramızda! (7 Ocak Çarşamba)





Rüzgarlı bir gün. Ama ne de olsa av günü! Hem şunun şurasında birkaç haftamız kalmış av yapacak, bir çarşamba avımızı pas geçecek halimiz yok. Yok ama bende de hal yok, ne 7’de dağda olacak, ne bütün gün talimat üzerine ordan oraya koşacak, biraz soğuk almış gibiyim. Bu durumda ben de bir orta yol kotardım: Avın pikniğine katılıp, soğuğunu almadan ateş başında muhabbetini yapmak! Zaten hemen üzerimde, Kule, Beşyol civarında yapılacak av, bir uğramasam ayıp yani...

Bu karar üzerine öğle vakti gelince Kule tarafına bir gittim ki, ben Güngör’le Umut’u beklerken bir de Hamza karşımda! Hamza’yı henüz tanımıyor olabilirsiniz ama işte burada, resimlerde kendisi poz poz. Bizimkilerin sabah avı imiş Hamza. Biz çay demler, kahvaltı ederken arabanın yanından bize dikmiş gözlerini, uzatmış burnunu pis pis bakıyor, iyi mi... Dedim nerdendir bu Hamza, kimlerdendir? “Süreyya!” dedi Güngör, “Barut’la Reis!” Ha, Süreyya’nın misafir olarak ava katıldığı gün Barut’la Reis’i yaran domuz! Demek o azılının iki ayı daha varmış yaşayacak.

O gün, kasım ortalarıydı galiba, ben ne güzel Çatalşerit’te ayağıma gelecek domuzu bekliyordum. Süreyya ilk kez ava çıktığından ancak arabada bekleyerek içi rahat edebilmişti. Köpekler Kule’den bu tarafa doğru kovuyordu, bana epey yaklaşmışlardı da, her an domuzun çatırtısı gelecek diye kulak kesilmiştim: Hem de arkadaşımın yanında domuz mu vuracaktım ne!.. Heyhat, domuz yerine önce bir yaralı Reis geldi tıpış tıpış, melul melul ayağıma, sonra bir haykırmanın ardından Barut toparlandı ormandan. Güngör bir hışımla biricik Barak’ının peşinden ormana girerken, Süreyya ile bana da diğer köpekleri teslim etti.

Bu arada arabada zaten benim iki köpeğim var, eksik olmasınlar(!) misafirle birlikte gezmeye gitmek olsun diye evden Kule’ye dere tepe, dağ taş 10 kilometre peşimizden koşup, sonra da kasaya eklenmişlerdi. Barut onların yanına kasaya binerken daha fena yarılmış olan Reis şapşalı arka koltukta istirahate alınmıştı: Arada gözleri kayıyor, bayılacak gibi oluyor, sonra toparlıyordu ama pek de bekleyecek hali yoktu, o yüzden domuzdan öç alma sahnesini terk edip mecburen Selçuk’a, veterinere indiydik aceleyle. Her neyse, diyeceğim, domuz o domuz! O gün enikler yarıldıktan sonra Barak da domuzun fevrinden bıktığından av kısa sürede bırakılmış, intikam alınamamıştı. İşte Hamza şimdi, o gün çekinmeden eniklere taktığı o koca azılarıyla karşımda!

Peki dedim, nedir Hamza’nın hikayesi, ne yaptı, nasıl yaptı? Bir yandan ateş yakılırken, su kaynarken, azıklar sofraya yayılırken, domuz kafası bizlere gözlerini dikmiş bakadururken, başladılar anlatmaya: Neşeli bir günmüş. Umut gelmiş adadan. Yeni arabanın da heyecanıyla, bakalım nerelere tırmanacak, ne engeller aşacak diyerekten atmışlar köpekleri arabaya, ver elini Kurtkayası. Av mahalline vardıklarında Çatalşerit’in sol ayağından aşağı inen yakışıklı bir iz bulmuşlar önce, takip etmişler, yaylıma girmişmiş. Köpekleri orda mı salsak, burda mı salsak derken çıkarıvermiş köpekleri elinden.

Köpekler ormana girmiş ki, ah orda olmak için neler vermezdik her birimiz, ortalık bir karışmış! Hemen bir yaygara, hemen bir kovgun başlamaz mı! Zaten ola ola iki kişi olan avcılarımız daha yoldayken, domuz şeridi geçmez mi... Av tarihinin en şevkli, en gözünü budaktan sakınmayan avcılarından olan Umut canhıraş şekilde şeride koşmuş ama biraz geç tabii: Her hırslı avcıyı çıldırtan şey bir kez daha olmuş; domuz şeridi geçivermiş.

Çaylarımızı dolduruyoruz, Hamza’nın bakışları hâlâ üstümüzde. Güngör devam ediyor anlatmaya, avın esas heyecanlı kısmından: “Umut’u oralarda bırakıp Beşyol’a çıktım, köpekleri duymaya çalışıyoruz ama rüzgardan dolayı çok zor. Arabayla Kule’nin altındaki, Gelincik Deresi’ne giden yola gittim ki aşağıda derenin içinden moza bağırtısı gelmiyor mi! Köpekler koca mozayı tutmuşlar bağırtıyorlar. Umut’a hemen köpeklerin yerini tarif ettim, ben arabayla dere içine gitmeye çalışırken o da şeritten daha hızlı oraya yetişir diye.

“Köpeklerin mozayı bağırttığı yere geldim, bu sefer de Barak’ın yatak sesi gelir gibi oldu! Allah Allah, inanamadım, emin olamadım, bu arada yukardan Umut belirdi, ona anons ettim inip mozayı kurtarsın köpeklerden diye. Umut az aşağı inip de mozayı yolun kenarında cansız görünce, manzara ortaya çıktı: Mozayı halleden köpekler hemen orda bir yatak bulmuş, şimdi de o domuza sarıyorlardı!

“Derenin içindeki yoldayım, aldım tüfeğimi, köpeklerin hemen altındayım, Umut yukardan sürek yapacak – bir bağrınmaya başladı barım barım, bu bağrışa kalkmayan domuzun alnını karışlarım zaten. Domuz da kalktı nitekim, ama 100 metre sonra tekrar dayandı... Umut yine delirdi, fişekler patlıyor ardı ardına, orman yıkılıyor, domuz mecburen yürüdü tekrar.

“Derenin içinden Halka yüzüne doğru hareketlendi, ben de yukarı ona doğru koşuyorum, heyecan dorukta ve o anda domuzla yüz yüze kaldık! (Koşan avla koşan avcı, ne komik aslında.) Bana nasıl kızdı, hhhrrrööökktttsss diye feci sesler çıkartarak bir fren yaptı... Tüfeği yüzüme aldım, bir attım, çöktü ama hemen kalktı, tekrar attım, tekrar çöktü ve kalktı, yolun kenarına çarptı geri yolun ortasında geldi, tekrar attım ve nihayet yolun ortasında kaldı. Hırsla ardından gelen köpekler üstüne atladı, bu arada Umut telsizde çıldırıyor “Reis ne oldu?” diye. “Domuz artık yaşamıyor,” dediğimde, dağlar sevinç naralarıyla yankılanmaya başladı. Süreğin bu kadar hakkını veren avcının bu naralar da hakkı tabii, Hamza’nın trofesiyle, upuzun azılarıyla masasını onurlandırmak da!”

Hiç yorum yok: