24 Kasım 2009 Salı

Belevi tepesinde Vahşi Batı’dan bir sahne (22 Kasım Pazar)



Akşam eve geldim, kulaklarımda hâlâ köpek sesleri çınlıyor, her sesi kovgun sanıp kulak kabartıyorum... Bir yandan da ağzım kulaklarımda, durup durup kafa sallıyor, kendi kendime “Ne gündü yahu!” diyorum. Anlayacağınız gibi uzun bir av gününün, uzun yazısı sizi bekliyor! Uzun olduğu kadar da dehşetli keyifli.

Son avımızı yaptığımız Belevi tepesini müthiş bereketli bulmuştuk: her yer domuz izi, patikalar belli, kesilebilir noktalar. Birkaç kişiyi de toparlayınca tekrar oraya gidelim dedik. Tabii biz demedik, domuzların en sevdikleri tetikçi ağbileri Güngör dedi, biz de onaylarcasına kafa salladık. Neyse işte, dere tepe düz gittik, 4 çekerlerimizi dibine kadar kullandık, şeritleri tırmanıp 6 köpeğimizi salacağımız yere geldik – geçen avda tam da bu civarda ilk kez domuza sararak umut vermiş olmasına rağmen hâlâ eniğim Kara’yı köpekler arasında sayamıyorum ya, sağlık olsun.


Petrol Ofisi’nin üstündeki parça aranacak, mutlaka domuz var dendi... Var ama biraz erken var: Orman içindeki patikayı kesmek üzere öneze yerleşene kadar beklemesi gereken köpekler hemen faaliyete geçince domuz bizi atlatıverdi. Hemen bir cayırtı, bir şamata, ve Umut’la benim yerleşeceğimiz noktaların arasından geçti köpeklerin bir partisi. Biz yerleştik, köpeklerin kalan kısmı geldi gitti eklendi derken, hepsi birden geri yatağa ve ardından, orda kıyamet koparan Ahmet ağbiye aldırmadan alıp başlarını tırmandığımız eteğe doğru gitti.


Ama daha geçen gün burda aynı avı yaptık, sorun değil, köpekler burda on defa daha tur atarlar... Dedik ama bir daha ne gelen var, ne giden, ses seda yok! Güngör motorla domuzun yolunu kesmeye diye gitti gelmez... Bir süre sonra Umut uzaktan bana işaret ediyor: “Takla!” Yok canım, yine mi, diye içimden geçirirken, “Güngör vurmuş,” dedi. Sabah sevinmekte haksız değildim demek, tüfeğimi unuttum diye espri yaptığında! Yahu bu kadar insan bekliyoruz, misafirimiz bile var (Umut’un ilk kez domuza gelen yeğeni), insan bir gönderiverir domuzu bizim tarafa... Neyse, yine aynı senaryo gerçekleşmiş: Domuz epey gitmiş, Sinan Dede’nin üstlerinde bir yere, bizim bulamayacağımız, bulsak da gidemeyeceğimiz bir yerde orman içinde motorla yolunu kesen Güngör’ün kurşununa rast gelmiş. Ne diyelim, Allah bereket versin. Yalnız bir ufak karışıklık var ortada: Tüm köpekler altından geçerken gören Ahmet ağbi önlerinde tek bir azılı olduğunu söylüyor, Güngör’ün vurduğu ise 2 anaç ile 8 mozadan bir tanesi!


Bu birinci avdı, bildik tanıdık bir sonla noktalandı, henüz heyecanlanacak bir şey yok, değil mi? Şimdi geliyor. Sinan Dede’nin koca çınarlarının dibinde buluştuk, köpeklerin hepsini toparladık, içeri doğru çıkan yoldan az yürüdük, hemen altımızdaki derenin karşı tarafında, ufak bir orman parçası hedefimiz. İzzet’i çeşmenin orda bıraktık, Ahmet ağbi köpekleri salmaya karşıya geçti, Umut, Güngör, ben yoldayız. Köpeklerden bir dakika ses yok, iki dakika yok, derken üçüncü dakikayı bulmadan Ahmet ağbinin Arap ince sesiyle bir vıyykk etti, Güngör “Kancık buldu,” dedi – ve bir anda tam karşımızda naklen yayın kıyamet koptu...


Domuzlar ne yaptı: Ormanda bir haşırtı koptu, bir çalılar yerinden oynadı, domuz köpeklere daldı, bir köpek haykırarak havada uçup kayaya çarptı (Çakır), ve sanki start verilmiş gibi orman parçacığının dört bir yanından çatapat gibi domuz fırlamaya başladı. İki ayrı grup mozalı soldan yukarı fırladı, üsttekilerden bir moza Çakır’a yakalandı, o viyaklarken anası hönkürerek dalıp kurtardı ve tepeyi dönüp kayboldular. Aşağı dereye birkaç tane ardı ardına indi bizim yanımıza çıkmak ya da dere aşağı gitmek üzere. Yukarı Ahmet ağbiye doğru kaçışanlar oldu, üstlü altlı. Altımıza doğru gelen bir iri tek durup ne yapsam diye düşündü. Başka bir tek tam Umut’un kucağına tırmandı. Bir ufak moza Güngör’le benim aramdan yola fırlayıp yukarı atladı. Orman gürültüden sarsıntıdan domuzdan köpekten kendini şaşırdı.

Köpekler ne yaptı: Havada uçan Çakır öldü mü kaldı mı diye bir tasalandık başta, yaygara koparken. Ahmet ağbinin erkek fazla havasında değildi anlaşılan, etrafta biraz takılıp yoldan yanımıza geldi. Barak bir süre sonra dereden bir güzel kara anayla iki mozasını aldı, dere aşağı götürüp İzzet’in bırakıldığı yerden atlayıp yukarı zeytinlikten geçirerek götürdü. Daha sonra, bir grup köpek bir grup domuzla dere yukarı gidip arkamıza çıktıklarından İzzet’in onların sesleriyle birlikte yukarı koştuğu anlaşıldı. Bu grupta da Reis, Çakır ve Arap varmış, Çakır da sağ salim yani.


Avcılar ne yaptı: Bu kadar çabuk, bu kadar büyük bir kıyamet kopacağını ve bu kadar net izleyeceğimizi pek beklemiyorduk doğrusu. Umut, Güngör, ben yanyana durmuş, köpek nereyi arıyor falan diye bakınıyorduk, hatta Güngör’ün tüfeği bile yanında değildi. Bir anda her yer köpek cayırtısı, domuz bağırtısı, “Burda!” “Yukarı bak!” “Sana geliyor!” “Şurdaki kocaman!” gibi seslerle dolunca adrenalin doruğa fırladı. Ve ağzı kulaklarında bir Güngör komutu verdi: Atış serbest!


Komutla birlikte, muharebe veya devrim coşkusunda bir yaylım ateşi koptu. Ben karşıdan dereye inip bize doğru çıkmaya niyet eden gruptan birini gözüme kestirdim. Umut yoldan yukarı, orijinal yerine doğru koştu, bir süre sonra bir tek ateşini ve ardından bir paldırtı sesini duydum, sonra zaman zaman ateş sesleri devam etti. Güngör derede kocaman ağarmış zırıltıyı görünce elimden tüfeği kaptı, ama bir an durup ne yapacağını düşünen domuz o tüfeği yüzüne alana kadar kararını vermiş, dere yukarı gitmek üzere çalıların arasına dalmıştı. Tüfeği gelince yoldan aşağı koşup, İzzet’e doğru gittiğini düşündüğü domuzların geçmesine izin verdi. Yukarda zeytinliğin içinde Ahmet ağbi kovboy filmlerindeki gibi bir önden geçene, bir arkadan geçene, bir yukarı bir aşağı sıkıp duruyordu...


Ortalık sakinleşince hepimiz ağızlar kulaklarda toplaştık, kim nerde ne yaptı çözmeye: Ben iki ayrı hedefe atmıştım, ikisi de tıraş (Umut bir altına bir üstüne gittiğini söylüyor kurşunlarımın). Güngör o güzel ağarmış domuzu ıskalamış olmalı diye düşünüldü, derede ormanın içinde bulunamadığı için. Ahmet ağbi köpeğini çağırdı, birkaç tane yaraladım onları bulalım diye ama netice çıkmadı. İzzet zaten yok ortada. Eee, bunca yaylım ateşi ve ortada leş yok mu? Yo, Umut’un domuzu var – mı acaba??

Umut önüne gelen teki tek kurşunla devirdiğini söylüyor, ama ortada domuz yok... Bir heyecanla “Burdan attım, yanlamasına geliyordu, 2.5 metre mesafede attım, önce izledim sonra tam kafasından vurdum, gözünün pörtlediğini gördüm,” diye anlatıp dururken hadi dediler, Güngör’le indiler. Orda mı burda mı, bak şu çalının altına yuvarlandı 5 dakika debelendi diyor, ayakları havadaydı diyor, ama ara tara domuz yok. Yahu bu hayalet mi, Sinan Dede’nin korumasında mı, kurtulmak için ölü taklidi mi yaptı, neler neler düşünüyoruz... Umut çıldıracak: “Ağbi tam kafasından vurdum iki adım önümde, gözlerimle gördüm, vurmasam söylerim, ölüyor diye tekrar atmadım, bak ağbi gözü böyle pörtledi, bak böyle devrildi,” diye taklidini yapa yapa perişan oldu. İnandık inanmasına ama, domuzun da doğaüstü bir güçleri olduğuna inanmak gerekecek...


Derken ikinci bir defa arayalım şunu dedik, Umut ısrarlı çünkü vurduğunda. Güngör “Göster bakayım nerden attın?” deyince 30 metre yukarıyı göstermez mi! Heyecandan aşağıyı göstermiş, doğa da şeklen aynı olunca. Oysa boş kovanı bile burda, ikinci gösterdiği yerde duruyor. İner inmez kafadan kurşunu yemiş domuzumuz bulundu tabii, Umut da zafer çığlıklarıyla dereyi çınlatırken Güngör’ün söylenmelerini duymazdan geldi. Meydan muharebesinin tek zayiatı iplerle önce derin dereden yukarı, sonra da arabayla çınarların yanına çekildi, güzel bir poz vermek için. Sonra da tüm köpeklere ikişer günlük taze yemek haline geldi, bir kenarda tırsık tırsık takılan Kara ve evdeki kocaman arkadaşları dahil.


Çınarların altında yayılıp yemeğimizi yerken çoğumuzun tarihinin en şanlı, en kanlı, en zevkli avı haline gelen olayı tekrar tekrar anlatıp dinledik. Hiç kimse (Umut hariç tabii – onun domuz da olmasa muharebenin zayiatsız bitmesi gibi utanç verici bir sonuç olacaktı!) vuramadığı için hayıflanmadığı gibi bir avda bu kadar domuz görmek, köpeklerin böyle çabuk bulması, güzel kovması, hepimizin birkaç kurşun atmasından daha fazla da bir şey istemediğimizi konuştuk...


Haa, bu hengamede ikinci faslı unuttuğumu şimdi fark ettim: Domuzu çektik, ateşi bile yaktık ama daha toplanıp oturamadık. Reis ile Barak’ın yukarıdan sesi geliyor, domuz bir dayanıyor, bir dalıyor, bir kayıyor derken, önce İzzet çıktı köpeğini almaya, sonra Barak da orda ortaya çıkınca sanırım kovgun devam etti, Güngör de çıktı Kolankaya’nın altları gibi bir yere... Bir süre sonra (altında yanlayacak diye motora atlamışken hemen arkasından atlayınca görmüş ve kaçırmış, koca bir eşekmiş) Umut’la bana hadi dedi, biz de fırladık iyi bildiğimiz av mekanına: Köpekler Kuşini’ne döndürmüşlerdi domuzu, biz Güngör’ün yanına vardığımız anda bize döndüler. Umut yukarı, Candan aşağı. Her zamanki son şeridin, yeni yol tarafından kesilen yerindeyiz. Aşağı iniyorum dinleyerek, daha aşağı, daha da aşağı iniyor ses derken, uyandım: Daha önceki gibi olacak!


Kendimi bir saldım şeritten aşağı, paldır küldür dipteki yola. Vardığımda Barak’ın sesi soldaki ormanda turluyordu, az sonra da çıktı önümdeki incirliğe doğru geliyor, ama domuz nerde ki... derken anladım: Domuz aralıydı ve ben indiğimde incirliği geçmiş, sağımdaki ormana girmişti bile – yani tamamen geçen sene, dört domuzlu günün son domuzunu vurduğum şekilde! Sağa doğru depar aldım hemen ama yakalamak için pek umutlu da değildim hani: Bir yandan içimden dua ediyorum domuz dayansın da önüne geçeyim diye, öte yandan niye dayansın almış hızını gidiyor işte... Aşağıdan Barak gelip önümden yolu geçince durum netleşti: Candan için game over! Domuz bu sefer, geçen sene yakalandığı derenin 50 metre berisinden atlayıp, nerdeyse dimdik bir yara tırmanmış. Ah, en fazla bir dakika önümden!


Bu av kalıntısı da kısa süre sonra Barak’ın tutulmasıyla bitti. Yemek keyfinden sonra son bir arama için Sinan Dede’nin yukarısına dizildik, çok da şık ve pratik gözüken bir plan yaptık: Umut ve İzzet kara selvilerin az altından zeytinliğin içine, ben kara selvilere, Güngör karşımızdaki ufak ormana yukardan köpekleri salacak, Ahmet ağbi yandan köpekleri salıp gelerek benim üst tarafımı kesecek. Dört başı mağmur bir plan. Plan harika, ama Barak bu plan için fazla akıllı. Çeşmeden motorlarla salacağımız yere doğru çıkarken Reis’le ikisi sağ yukarda bir koku alıp çırpındılar, ama salmadık tabii – yine anasının nikahına, Kurtkayası’na kadar alıp gidecekler, akşam akşam hiç uğraşamayız diye. Planlanan etekte saldığımızda ise orayı göstermelik olarak şöyle bir gezen Barak yoldan benim az yukarımdan zeytinliğe atladı ve tüm çabalara karşın dönmedi, motorla çıkarken aldığı kokunun peşine düştü! Onun aramasından bile heyecana kapılan Çakır (salınmamış ve arabadaydı) brandanın penceresini yırtarak fırlayıp ona katılmaya çalıştı, yolda yakalandı. Karşı yakayı arayan enikler de Barak’ın sesiyle tüyo alıp oraya çıkmaya çalışınca birer birer enselendi. Kokuyla giden Barak da sahibi tarafından yukarlarda Afyonlunun oralarda tutulunca, uzun ve şahane bir av günü sakince sona ermiş oldu.


Şimdi bize, domuzların o çatapat gibi fırladığı dakikaların, Umut’un gözü pörtleyip şöööyle devrilen domuzunun, benim atış serbest komutunu bekleyip makinalı tüfeğime sarılmamın anıları kaldı...

Hiç yorum yok: