24 Kasım 2009 Salı

Belevi tepesinde Vahşi Batı’dan bir sahne (22 Kasım Pazar)



Akşam eve geldim, kulaklarımda hâlâ köpek sesleri çınlıyor, her sesi kovgun sanıp kulak kabartıyorum... Bir yandan da ağzım kulaklarımda, durup durup kafa sallıyor, kendi kendime “Ne gündü yahu!” diyorum. Anlayacağınız gibi uzun bir av gününün, uzun yazısı sizi bekliyor! Uzun olduğu kadar da dehşetli keyifli.

Son avımızı yaptığımız Belevi tepesini müthiş bereketli bulmuştuk: her yer domuz izi, patikalar belli, kesilebilir noktalar. Birkaç kişiyi de toparlayınca tekrar oraya gidelim dedik. Tabii biz demedik, domuzların en sevdikleri tetikçi ağbileri Güngör dedi, biz de onaylarcasına kafa salladık. Neyse işte, dere tepe düz gittik, 4 çekerlerimizi dibine kadar kullandık, şeritleri tırmanıp 6 köpeğimizi salacağımız yere geldik – geçen avda tam da bu civarda ilk kez domuza sararak umut vermiş olmasına rağmen hâlâ eniğim Kara’yı köpekler arasında sayamıyorum ya, sağlık olsun.


Petrol Ofisi’nin üstündeki parça aranacak, mutlaka domuz var dendi... Var ama biraz erken var: Orman içindeki patikayı kesmek üzere öneze yerleşene kadar beklemesi gereken köpekler hemen faaliyete geçince domuz bizi atlatıverdi. Hemen bir cayırtı, bir şamata, ve Umut’la benim yerleşeceğimiz noktaların arasından geçti köpeklerin bir partisi. Biz yerleştik, köpeklerin kalan kısmı geldi gitti eklendi derken, hepsi birden geri yatağa ve ardından, orda kıyamet koparan Ahmet ağbiye aldırmadan alıp başlarını tırmandığımız eteğe doğru gitti.


Ama daha geçen gün burda aynı avı yaptık, sorun değil, köpekler burda on defa daha tur atarlar... Dedik ama bir daha ne gelen var, ne giden, ses seda yok! Güngör motorla domuzun yolunu kesmeye diye gitti gelmez... Bir süre sonra Umut uzaktan bana işaret ediyor: “Takla!” Yok canım, yine mi, diye içimden geçirirken, “Güngör vurmuş,” dedi. Sabah sevinmekte haksız değildim demek, tüfeğimi unuttum diye espri yaptığında! Yahu bu kadar insan bekliyoruz, misafirimiz bile var (Umut’un ilk kez domuza gelen yeğeni), insan bir gönderiverir domuzu bizim tarafa... Neyse, yine aynı senaryo gerçekleşmiş: Domuz epey gitmiş, Sinan Dede’nin üstlerinde bir yere, bizim bulamayacağımız, bulsak da gidemeyeceğimiz bir yerde orman içinde motorla yolunu kesen Güngör’ün kurşununa rast gelmiş. Ne diyelim, Allah bereket versin. Yalnız bir ufak karışıklık var ortada: Tüm köpekler altından geçerken gören Ahmet ağbi önlerinde tek bir azılı olduğunu söylüyor, Güngör’ün vurduğu ise 2 anaç ile 8 mozadan bir tanesi!


Bu birinci avdı, bildik tanıdık bir sonla noktalandı, henüz heyecanlanacak bir şey yok, değil mi? Şimdi geliyor. Sinan Dede’nin koca çınarlarının dibinde buluştuk, köpeklerin hepsini toparladık, içeri doğru çıkan yoldan az yürüdük, hemen altımızdaki derenin karşı tarafında, ufak bir orman parçası hedefimiz. İzzet’i çeşmenin orda bıraktık, Ahmet ağbi köpekleri salmaya karşıya geçti, Umut, Güngör, ben yoldayız. Köpeklerden bir dakika ses yok, iki dakika yok, derken üçüncü dakikayı bulmadan Ahmet ağbinin Arap ince sesiyle bir vıyykk etti, Güngör “Kancık buldu,” dedi – ve bir anda tam karşımızda naklen yayın kıyamet koptu...


Domuzlar ne yaptı: Ormanda bir haşırtı koptu, bir çalılar yerinden oynadı, domuz köpeklere daldı, bir köpek haykırarak havada uçup kayaya çarptı (Çakır), ve sanki start verilmiş gibi orman parçacığının dört bir yanından çatapat gibi domuz fırlamaya başladı. İki ayrı grup mozalı soldan yukarı fırladı, üsttekilerden bir moza Çakır’a yakalandı, o viyaklarken anası hönkürerek dalıp kurtardı ve tepeyi dönüp kayboldular. Aşağı dereye birkaç tane ardı ardına indi bizim yanımıza çıkmak ya da dere aşağı gitmek üzere. Yukarı Ahmet ağbiye doğru kaçışanlar oldu, üstlü altlı. Altımıza doğru gelen bir iri tek durup ne yapsam diye düşündü. Başka bir tek tam Umut’un kucağına tırmandı. Bir ufak moza Güngör’le benim aramdan yola fırlayıp yukarı atladı. Orman gürültüden sarsıntıdan domuzdan köpekten kendini şaşırdı.

Köpekler ne yaptı: Havada uçan Çakır öldü mü kaldı mı diye bir tasalandık başta, yaygara koparken. Ahmet ağbinin erkek fazla havasında değildi anlaşılan, etrafta biraz takılıp yoldan yanımıza geldi. Barak bir süre sonra dereden bir güzel kara anayla iki mozasını aldı, dere aşağı götürüp İzzet’in bırakıldığı yerden atlayıp yukarı zeytinlikten geçirerek götürdü. Daha sonra, bir grup köpek bir grup domuzla dere yukarı gidip arkamıza çıktıklarından İzzet’in onların sesleriyle birlikte yukarı koştuğu anlaşıldı. Bu grupta da Reis, Çakır ve Arap varmış, Çakır da sağ salim yani.


Avcılar ne yaptı: Bu kadar çabuk, bu kadar büyük bir kıyamet kopacağını ve bu kadar net izleyeceğimizi pek beklemiyorduk doğrusu. Umut, Güngör, ben yanyana durmuş, köpek nereyi arıyor falan diye bakınıyorduk, hatta Güngör’ün tüfeği bile yanında değildi. Bir anda her yer köpek cayırtısı, domuz bağırtısı, “Burda!” “Yukarı bak!” “Sana geliyor!” “Şurdaki kocaman!” gibi seslerle dolunca adrenalin doruğa fırladı. Ve ağzı kulaklarında bir Güngör komutu verdi: Atış serbest!


Komutla birlikte, muharebe veya devrim coşkusunda bir yaylım ateşi koptu. Ben karşıdan dereye inip bize doğru çıkmaya niyet eden gruptan birini gözüme kestirdim. Umut yoldan yukarı, orijinal yerine doğru koştu, bir süre sonra bir tek ateşini ve ardından bir paldırtı sesini duydum, sonra zaman zaman ateş sesleri devam etti. Güngör derede kocaman ağarmış zırıltıyı görünce elimden tüfeği kaptı, ama bir an durup ne yapacağını düşünen domuz o tüfeği yüzüne alana kadar kararını vermiş, dere yukarı gitmek üzere çalıların arasına dalmıştı. Tüfeği gelince yoldan aşağı koşup, İzzet’e doğru gittiğini düşündüğü domuzların geçmesine izin verdi. Yukarda zeytinliğin içinde Ahmet ağbi kovboy filmlerindeki gibi bir önden geçene, bir arkadan geçene, bir yukarı bir aşağı sıkıp duruyordu...


Ortalık sakinleşince hepimiz ağızlar kulaklarda toplaştık, kim nerde ne yaptı çözmeye: Ben iki ayrı hedefe atmıştım, ikisi de tıraş (Umut bir altına bir üstüne gittiğini söylüyor kurşunlarımın). Güngör o güzel ağarmış domuzu ıskalamış olmalı diye düşünüldü, derede ormanın içinde bulunamadığı için. Ahmet ağbi köpeğini çağırdı, birkaç tane yaraladım onları bulalım diye ama netice çıkmadı. İzzet zaten yok ortada. Eee, bunca yaylım ateşi ve ortada leş yok mu? Yo, Umut’un domuzu var – mı acaba??

Umut önüne gelen teki tek kurşunla devirdiğini söylüyor, ama ortada domuz yok... Bir heyecanla “Burdan attım, yanlamasına geliyordu, 2.5 metre mesafede attım, önce izledim sonra tam kafasından vurdum, gözünün pörtlediğini gördüm,” diye anlatıp dururken hadi dediler, Güngör’le indiler. Orda mı burda mı, bak şu çalının altına yuvarlandı 5 dakika debelendi diyor, ayakları havadaydı diyor, ama ara tara domuz yok. Yahu bu hayalet mi, Sinan Dede’nin korumasında mı, kurtulmak için ölü taklidi mi yaptı, neler neler düşünüyoruz... Umut çıldıracak: “Ağbi tam kafasından vurdum iki adım önümde, gözlerimle gördüm, vurmasam söylerim, ölüyor diye tekrar atmadım, bak ağbi gözü böyle pörtledi, bak böyle devrildi,” diye taklidini yapa yapa perişan oldu. İnandık inanmasına ama, domuzun da doğaüstü bir güçleri olduğuna inanmak gerekecek...


Derken ikinci bir defa arayalım şunu dedik, Umut ısrarlı çünkü vurduğunda. Güngör “Göster bakayım nerden attın?” deyince 30 metre yukarıyı göstermez mi! Heyecandan aşağıyı göstermiş, doğa da şeklen aynı olunca. Oysa boş kovanı bile burda, ikinci gösterdiği yerde duruyor. İner inmez kafadan kurşunu yemiş domuzumuz bulundu tabii, Umut da zafer çığlıklarıyla dereyi çınlatırken Güngör’ün söylenmelerini duymazdan geldi. Meydan muharebesinin tek zayiatı iplerle önce derin dereden yukarı, sonra da arabayla çınarların yanına çekildi, güzel bir poz vermek için. Sonra da tüm köpeklere ikişer günlük taze yemek haline geldi, bir kenarda tırsık tırsık takılan Kara ve evdeki kocaman arkadaşları dahil.


Çınarların altında yayılıp yemeğimizi yerken çoğumuzun tarihinin en şanlı, en kanlı, en zevkli avı haline gelen olayı tekrar tekrar anlatıp dinledik. Hiç kimse (Umut hariç tabii – onun domuz da olmasa muharebenin zayiatsız bitmesi gibi utanç verici bir sonuç olacaktı!) vuramadığı için hayıflanmadığı gibi bir avda bu kadar domuz görmek, köpeklerin böyle çabuk bulması, güzel kovması, hepimizin birkaç kurşun atmasından daha fazla da bir şey istemediğimizi konuştuk...


Haa, bu hengamede ikinci faslı unuttuğumu şimdi fark ettim: Domuzu çektik, ateşi bile yaktık ama daha toplanıp oturamadık. Reis ile Barak’ın yukarıdan sesi geliyor, domuz bir dayanıyor, bir dalıyor, bir kayıyor derken, önce İzzet çıktı köpeğini almaya, sonra Barak da orda ortaya çıkınca sanırım kovgun devam etti, Güngör de çıktı Kolankaya’nın altları gibi bir yere... Bir süre sonra (altında yanlayacak diye motora atlamışken hemen arkasından atlayınca görmüş ve kaçırmış, koca bir eşekmiş) Umut’la bana hadi dedi, biz de fırladık iyi bildiğimiz av mekanına: Köpekler Kuşini’ne döndürmüşlerdi domuzu, biz Güngör’ün yanına vardığımız anda bize döndüler. Umut yukarı, Candan aşağı. Her zamanki son şeridin, yeni yol tarafından kesilen yerindeyiz. Aşağı iniyorum dinleyerek, daha aşağı, daha da aşağı iniyor ses derken, uyandım: Daha önceki gibi olacak!


Kendimi bir saldım şeritten aşağı, paldır küldür dipteki yola. Vardığımda Barak’ın sesi soldaki ormanda turluyordu, az sonra da çıktı önümdeki incirliğe doğru geliyor, ama domuz nerde ki... derken anladım: Domuz aralıydı ve ben indiğimde incirliği geçmiş, sağımdaki ormana girmişti bile – yani tamamen geçen sene, dört domuzlu günün son domuzunu vurduğum şekilde! Sağa doğru depar aldım hemen ama yakalamak için pek umutlu da değildim hani: Bir yandan içimden dua ediyorum domuz dayansın da önüne geçeyim diye, öte yandan niye dayansın almış hızını gidiyor işte... Aşağıdan Barak gelip önümden yolu geçince durum netleşti: Candan için game over! Domuz bu sefer, geçen sene yakalandığı derenin 50 metre berisinden atlayıp, nerdeyse dimdik bir yara tırmanmış. Ah, en fazla bir dakika önümden!


Bu av kalıntısı da kısa süre sonra Barak’ın tutulmasıyla bitti. Yemek keyfinden sonra son bir arama için Sinan Dede’nin yukarısına dizildik, çok da şık ve pratik gözüken bir plan yaptık: Umut ve İzzet kara selvilerin az altından zeytinliğin içine, ben kara selvilere, Güngör karşımızdaki ufak ormana yukardan köpekleri salacak, Ahmet ağbi yandan köpekleri salıp gelerek benim üst tarafımı kesecek. Dört başı mağmur bir plan. Plan harika, ama Barak bu plan için fazla akıllı. Çeşmeden motorlarla salacağımız yere doğru çıkarken Reis’le ikisi sağ yukarda bir koku alıp çırpındılar, ama salmadık tabii – yine anasının nikahına, Kurtkayası’na kadar alıp gidecekler, akşam akşam hiç uğraşamayız diye. Planlanan etekte saldığımızda ise orayı göstermelik olarak şöyle bir gezen Barak yoldan benim az yukarımdan zeytinliğe atladı ve tüm çabalara karşın dönmedi, motorla çıkarken aldığı kokunun peşine düştü! Onun aramasından bile heyecana kapılan Çakır (salınmamış ve arabadaydı) brandanın penceresini yırtarak fırlayıp ona katılmaya çalıştı, yolda yakalandı. Karşı yakayı arayan enikler de Barak’ın sesiyle tüyo alıp oraya çıkmaya çalışınca birer birer enselendi. Kokuyla giden Barak da sahibi tarafından yukarlarda Afyonlunun oralarda tutulunca, uzun ve şahane bir av günü sakince sona ermiş oldu.


Şimdi bize, domuzların o çatapat gibi fırladığı dakikaların, Umut’un gözü pörtleyip şöööyle devrilen domuzunun, benim atış serbest komutunu bekleyip makinalı tüfeğime sarılmamın anıları kaldı...

8 Kasım 2009 Pazar

5 motosiklet, 2 4x4, 6 köpek ve bir sürü avcı

Ve yine tanıdık son: Domuz Güngör’ün kurşununa rastgeldi! Ne kadar şaşırtıcı, değil mi?..

Bu seferki yazı avcı arkadaşların sevdiği gibi olsun: kısa ve öz. Sabah bir sürü avcı toparlandık, hava güzel, ılıman ve yağmursuz, hedef Çatalşerit’in altları. Gider gitmez hedefin ne kadar doğru olduğu anlaşıldı, her yer iz dolu, irili ufaklı. Ama domuz nerde?! Domuz yok. Köpekler sağda solda aradı, bir ses bile veren olmadı. Hadi toparladık, öte tarafa, Kurtkayası’na doğru olan yamalara saldık köpekleri – bu domuz burdan geçmiş, ya aşağıda ya yukarıda bir yerde olacak... O parçalarda da bol bol iz, yani görüntü var, ses yok. Bir tek son dakikada kovulan bir şey var ama moza mıydı her ne ise kovgun sürmedi.

Yüksek taraflar müthiş rüzgarlı, gürültülü, hem de tavşancılar var, bu sefer istikamet Zübeyde. Kafile halinde inildi, Zübeyde’nin en dik, kuzeye bakan şeridine yayılındı. Köpekler de hemen şeridin batısına salınıverdi. Sanki domuzun üstüne attık, hemen başlamazlar mı domuz kovmaya! Hepimiz şeritte aşağı yıkarı gide gele bir süre köpeklerin oyuncağı gibi koşturduk heyecanla, sanki domuz her an çıkıverecek gibiydi. Sonra bir baktık sesler öteki yakada: Şeridin dibinden, ya da tabandan demeli, geçmişler. (Güngör baştan demişti, bu şeridin altlarından geçer domuz diye, ama ben mesela aşağılara gidenimiz çok olduğu için yukarı kısımda kaldım.)

Bazımız bu aşamada, bu domuz Afyonlunun oraya çıkar deyip yola koşturdu. (Doğrusu benim de aklımdan öyle geçti ama ya dönerse, hep ben gittiğimde geri önceki yerime dönüyor diye düşünerek yerimde kaldım. Bir şey fark etmedi, yine armut topladım ya, neyse.) Köpekler hakikaten o tarafa çıkacakmış gibi gittiler gittiler, sonra bir anda sesler döndü, bizim şeride doğru geldi, ama hep aşağıdan aşağıdan... Ve derinden bir iki el tüfek sesi. Yanımdaki Umut telsizden almış bilgiyi, acı acı gülümseyerek, “Güngör vurmuş, güzel domuzmuş,” dedi. “Yok artık yahu,” dedim, “Nedir bu, başkasına gelmeyecek mi bu domuz?!”

Sonra domuzun vurulduğu yere doğru bir gidiyoruz ki, o şeridin o altları bir dik, bir fena, değil çıkması inmesi bile ıstırap... Vardığımızda dedim, lafımı geri alıyorum, domuz yine burdan geçerse yine Güngör vursun, ben almayayım. Hatta domuzu görmeye gelirken daha üst tarafta Mustafa tırıs tırıs şeridi geçen üç domuz görmüş, çıkarken de köpekler aynı yerde heyecanlandı, ama yine aynı, alt dik şeridin kesilmesi gerek, buna da gönüllü olan yok diye o domuzları unutmak zorunda kaldık.

Oflaya tıksıra yukarı çıkmayı başardığımızda huysuz bir köpek bir diş kaybetmiş, tırsık Kara domuz hakkını kaybetmiş, vurulan iri domuz ise güzel pozlar kaydetmişti. Domuzun gerçekten de Afyonlunun oraya doğru gitmekte olduğu, sonra aklına gelerek “Güngör nerde?” diye sorduğu ve geri şeride, Güngör’ün en baştan beri durduğu kayalığa yöneldiği, iddialar arasında. Burayı da uğurlu kayalık ilan etmek gerek herhalde, birkaç gün önce Zübeyde’nin efesinin vurulduğu yer de hemen bunun altı.

Sonrasında ver elini çeşme, ateş, yemek, çay... Neyse ki yağmur, günün ikinci yarısına kaldı da biz bu güzel sabah avımızı keyifle tamamladık.

Efeleri de vururlar...

Böyle bir efe vurulur da hikayesi yazılmaz mı? Şimdi yazılmazsa, buraya yazılmazsa tarih bir parça eksik kalmaz mı? Demezler mi, yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat diye... 20 senedir bu dağlarda av yapıyorsan ve “Böyle domuz görmedim,” diyorsan hele. Burası avlarını yazdığın blog değil mi? İsteyen istediğini yumurtlasın, dileyen dilediği gibi çarpıtsın: Onca insan görmüşken, kantar da tartmışken yalan yanlış uydurulup konuşulacak diye kaçınacak bir durum yok ki zaten!

Pekala, o gün kalktınız şöyle bir gezmeye Zübeyde’ye gittiniz. Asfalta bakan şeritte, kayaların orda köpekleri saldınız, geçenlerde tilki kovuğuna sardıkları yerde. Senin yeni, girişken köpek Çakır girdi domuzu buldu... Bir süre sonra bir geldi ki yaralı. Daha tutamadan geri gitti, o arada domuz kaymış, yandaki çok dik şeridin hemen altında. Köpek yine domuzun başında sarmaya başlayınca sen yatağa doğru ormana girdin, bir iki sıkı patlattın, önce domuz bir 20 metre kadar çamlara doğru kaydı, sonra Çakır sarmaya devam edince bir arbede, bir hengame, köpekler afkalanıyor... Ne yapacak bu domuz derken bir baktın, aha sana doğru geliyor ormanın içinden. Geldi geldi, tam burnunu ormandan çıkaracakken seni gördü ve olanca cüssesiyle ani bir manevrayla içeri döndü – tam o anda da kıçına üç tane kurşunu yan yana yedi!

Biraz gitti, şeridi asfalta doğru geçti, o arada Çakır geldi sağı solu kan revan içinde, fanilanla telsiz ipiyle köpeğin kan fışkıran bacağını sardın. Enikleri de domuzun ardından ormana gönderdin. Yanlarına bir gittin ki, domuz yerde yıkılmış ama enikleri azılamaya devam ediyor. Kafasına bir kurşun daha sıktın, ölmedi! Bir tane daha sıktın, öldü diye bıraktın... Yeter gayrı dedin, yaralı köpeğinle ilgilenmeye gidip hâlâ ölmemiş domuzun işini bitirmeyi İzzet’e bıraktın.

Köpeği sağ salim veterinere gönderdikten sonra (Çakır'ın sağı solu biraz dikildi, iyi olacak) dönüp nihayet koca domuza alıcı gözle bakmaya fırsatın oldu: İlk dediğin, “Böyle domuz görmedim, ben söylemiş olmayayım ama 180 kilo var,” oldu. Sonra domuzseverlerin merakıyla hayvan kantarda çekilince zaten sana da diyecek bir şey kalmadı. Tamam çok güzel bir şey, gözü olanın gözü çıksın, Allah herkese nasip etsin ama eh be kardeşim, hep mi sana denk gelir bu keratalar?!

Efeleri de vururlar... (5 kasım perşembe avı)


Böyle bir efe vurulur da hikayesi yazılmaz mı? Şimdi yazılmazsa, buraya yazılmazsa tarih bir parça eksik kalmaz mı? Demezler mi, yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat diye... 20 senedir bu dağlarda av yapıyorsan ve “Böyle domuz görmedim,” diyorsan hele. Burası avlarını yazdığın blog değil mi? İsteyen istediğini yumurtlasın, dileyen dilediği gibi çarpıtsın: Onca insan görmüşken, kantar da tartmışken yalan yanlış uydurulup konuşulacak diye kaçınacak bir durum yok ki zaten!



Pekala, o gün kalktınız şöyle bir gezmeye Zübeyde’ye gittiniz. Asfalta bakan şeritte, kayaların orda köpekleri saldınız, geçenlerde tilki kovuğuna sardıkları yerde. Senin yeni, girişken köpek Çakır girdi domuzu buldu... Bir süre sonra bir geldi ki yaralı. Daha tutamadan geri gitti, o arada domuz kaymış, yandaki çok dik şeridin hemen altında. Köpek yine domuzun başında sarmaya başlayınca sen yatağa doğru ormana girdin, bir iki sıkı patlattın, önce domuz bir 20 metre kadar çamlara doğru kaydı, sonra Çakır sarmaya devam edince bir arbede, bir hengame, köpekler afkalanıyor... Ne yapacak bu domuz derken bir baktın, aha sana doğru geliyor ormanın içinden. Geldi geldi, tam burnunu ormandan çıkaracakken seni gördü ve olanca cüssesiyle ani bir manevrayla içeri döndü – tam o anda da kıçına üç tane kurşunu yan yana yedi!



Biraz gitti, şeridi asfalta doğru geçti, o arada Çakır geldi sağı solu kan revan içinde, fanilanla telsiz ipiyle köpeğin kan fışkıran bacağını sardın. Enikleri de domuzun ardından ormana gönderdin. Yanlarına bir gittin ki, domuz yerde yıkılmış ama enikleri azılamaya devam ediyor. Kafasına bir kurşun daha sıktın, ölmedi! Bir tane daha sıktın, öldü diye bıraktın... Yeter gayrı dedin, yaralı köpeğinle ilgilenmeye gidip hâlâ ölmemiş domuzun işini bitirmeyi İzzet’e bıraktın.



Köpeği sağ salim veterinere gönderdikten sonra (Çakır'ın sağı solu biraz dikildi, iyi olacak) dönüp koca domuzla ilgilenmeye devam ettin: İlk dediğin, “Böyle domuz görmedim, ben söylemiş olmayayım ama 180 kilo var,” oldu. Sonra domuzseverlerin merakıyla hayvan kantarda çekilince zaten sana da diyecek bir şey kalmadı. Tamam çok güzel bir şey, gözü olanın gözü çıksın, Allah herkese nasip etsin ama eh be kardeşim, hep mi sana denk gelir bu keratalar?!

kıl payı yırttık, yoksa dağda yağmurdan boğulabilirdik

umutun aşkı ooooooooo





güzel avlar güzel dostlarla olur, buda güzel dostlarla geçen güzel ve unutulmaz bir av günüydü. ALLAH hepimize daha nice avlar yapmayı nasip etsin...




5 Kasım 2009 Perşembe

bu dağların efesi buymuş meğer

zübeyde hanım ormanında bir canavar yaşıyormuş meğersem de bizim haberimiz yokmuş,bütün halde elektronik kantarla çekilerek tartılar bu canavar net 180 kg .yeni aldığım köpeğim çakırı 3 yerinden kötü yaralamasına rağmen buna değdi. ALLAH tüm avcı arkadaşlara böyle canavarlar vurmayı nasip etsin...


z