25 Ekim 2009 Pazar

2009 av sezonu kapandı

Biz bu blog işini salladık, belki belli oluyordur. Örnek olarak söyleyeyim, bu yazıyı 2009 av sezonu kapandıktan 8 ay sonra yazıyorum. Yazmaya gerek yok tabii bu aşamada ama yazılarda aralık kalmasın diye, sonradan da olsa eklemek faydalı.

Hem 2009 güzel sezon oldu, unutmamak gerek. Her ne kadar şöyle anlı şanlı bir kapanış yapamadıysak da unutulmaz avlar yapılan, unutulmaz kovgunlar yaşanan bir sezondu. Zübeyde ile Kurtkayası arası, Ekmekçi ve Kuşini, karşıda Lümbürdek tepesi, beride Kuyumcu ovası ve ötede Barutçu gölü... Buraları epey dolaştık, arşınladık, Baraklar Barutlar dağların ovaların darıların epey tozunu attırdı.

Bu sezonun bir eksisi, çok sıcakla başlaması oldu: Felaket sıcak bir yazın ardından ağustos sonunda açılan sezonun ilk birkaç haftasında bismillah bile diyemedik, ondan sonra da ta kasım ayına kadar köpeklerin sıcak yüzünden tadı olmadı avda. Ha açıldı, ha açılacak derken ancak o zaman köpekler tam performansına ulaştı – biz de tabii. Eh, o zamandan sonra da zaten üç ayı kalıyor avın. Tam ısınıyorum, hadi, bir dahaki sefere neler yapıcam diyorum, pat sezon kapanıyor...

Neyse, bir kez daha gebe domuzları rahatsız etmeden sezonu sağ salim kapattık. Son haftalarda sadece kovgun dinlemek yetti bize. Köpekler de sağ olsunlar hiç yüzümüzü kara çıkarmadılar, domuzu bulmadıkları, bulduklarını kovmadıkları olmadı. Hatta kendilerini yardırmadılar bile; bu sezon köpek diktirmeye koşturmadık avdan... Diye yazarken tam, misafirimle birlikte gittiğimiz av geldi aklıma, hem Reis hem Barut yarılmıştı da Barak da tırsıp bırakmıştı Çatalşerit’in yanlarında bir yerde domuzu. Ama sanırım bu tek olaydı – o iri tekten de hıncımızı alamadık ya, neyse.

Sezon konularımızdan bir tanesi de benim blog yazılarımın uzunluğu, kısalığı idi. Bir türlü anlatamadım avcı arkadaşlara: İsteyen okur, istemeyen okumaz yahu! Benim yazım böyle, ifadem böyle. Başka türlü yazmak benim için mümkün değil; zaten de ben şahsen yazışımdan memnunum! Blog arkadaşlarımla aynı tarz yazsam ne esprisi olacaktı ki iki ayrı insanın aynı avı anlatmasının?

Bu sene avda sık sık gündemimize gelen konular arasında Hilmi’nin gözlerinin körlüğü ve metraj ölçmekteki başarıları, Mehmet’in av arası ya da sonrası pikniklerimizde pek yememesi(!), illa ki bir gün udunu getirip çalacağı, Levent’in “yığdığı” domuzlar, Umut’un Emin’le yaptığı “kuzeybatıdaki büyük çama doğru gelme” muhabbeti ve Güngör’ün elinden artık tüfeği almak gerektiği vardı... Ha, benim her fırsatta aslan gibi 4x4 arabayı bir karışlık çamur bulup saplamayı becermemi de unutmamak lazım!

Ama araba saplamayı bir kenara bırakırsak, avda kendimi epey geliştirdiğimi söyleyebiliriz: Yolları, yönleri tanıyıp çıkartabiliyor, iz ve patika görüyor, ilk kez av yaptığım bir noktada domuzun güzergahını kestirebiliyorum, daha neler... Köpeklerin seslerini takip ediyor, kendi başıma gidişat hakkında kararlar alabiliyorum... Özetle, başlangıçtakinden çok daha kendime yeterli olduğumdan dolayı avdan daha da zevk alıyorum.

İşte bu sezonu sağ salim kapattık, darısı gelecek sezonun başına!

Hiç yorum yok: