25 Ekim 2009 Pazar

Domuz kaç, Barak tut! (Kurtkayası, 21 Ekim Çarşamba)

Sezonu açalı epey oldu tabii, ama kalem elimize ancak ulaştı. Hem zaten öteki yazarlar iyice ipe un serdiğinden benim uzun ve şairane(!) anlatımımla idare etmeniz gerekecek! Eh ne yapalım, o kadar şikayet etmeseydiniz geçen sezonlarda...

Bu sezon, geçen seneye kıyasla daha güzel başladı. Havalar ağustostaki ilk av günlerinden başlayarak çok sıcak olmayıp makul geçtiğinden, kısaca ağustosta adam gibi ava başladık diyebiliriz. Gerçi bugünlerde, beklenen yağmurlar hâlâ gelmediği için artık biraz gerginiz: Bir de yağmur boğukluğu gelince hava ne bizim için ne köpekler için ideal av havasını aldı. Ama ümitliyiz, bugün yarın ıslanacak yerler, ormanlarımız sulanacak, serinleyecek, domuzlarımız izlerini bırakacak her yere...

Yine de ilk iki ayda güzel avlar yaptık. Zübeyde’ye yeni açılan şeritler bize yeni bir alan açmış oldu, Zübeyde, Ekmekçi, Kurtkayası arası artık benim bile mekanları çıkartabildiğim ve yolları rahatça bulabildiğim kadar tanıdık oldu, Lümbürdek, Andon Boğazı, Barutçu Gölü, Pamucak Tepeleri bol bol bize evsahibi oldu. Bu sene özleyeceğimiz mekan, ava kapalı olan Eyice tarafı. Benim şahsen özleyip henüz gitmediğim ise Kireççili, Kuruçeşme, Çamlıçeşme civarı. Sırasıyla ve hayırlısıyla inşallah oralarda da olacağız...

21 Ekim Çarşamba sabahı erken saatte çıkıldı dağa. İstikamet,Kurtkayası. Ama dağlar dağ değil, E-5 karayolu sanki bu sabah. Hadi iki grup tavşancı var, tamam, Kömür Ocakları civarı onlarla köpeklerine kalsın ama öteki yüz de baştan aşağı ormancı dolu! Çam seyreltme çalışmaları tam gaz gidiyor, dağın her yeri siter, adamlar ormanın içine adeta site kurmuşlar, pek gitmeye niyetleri yok gibi – hem de en sevdiğimiz av mahallinde...

Belki de bu yüzden domuz hep olduğu yerde yok! Biz şaşkın, Barak şaşkın, köpeklerden tek bir ses yok. Önce kulenin arka yüzüne, sonra kulenin Gümüş dağına bakan tarafına, ardından da Eminlerin damın üstüne saldık köpekleri, en son da “Az kişiyiz, burdan domuz kaldırsa da nasıl yetişiriz?” diyorduk ama çaresizlikten, hiç olmazsa köpek bir kovsa, diyerek radar şeridinin yüzüne saldık. Yok!

Bu arada köpeklerden kastım, Barak önderliğinde yeni köpek Çakır ve benim enik Kara. Çakır’ın yatağından memnun kaldık şimdiye kadar ama kovgunda Barak’ı biraz yalnız bıraktığına şahit olduk. Geçenlerde biraz tereddütlü günler yaşayarak bizi üzen Barak ise (dilimi ısırıp kıçımı kaşıyorum!) neyse ki her zamanki şahane performansına geri döndü. Benim eniğe gelince, şartlar gereği biraz ana kuzusu olması av köpekliğini olumsuz etkilese de çok meraklı ve cesur bir köpek olduğundan, köpekler ararken arkalarından darılara, ormanlara girdiğinden muayyen miktarda umudumuz var kendisi için...

Radar civarından da ses çıkmayınca köpekleri toparladık, “Domuz görmeden yemek yenir mi yahu?” dememize rağmen açlığa dayanamayarak Kurtkayası’na gittik. Dağ çilekleri de olmuş, altlık yaptılar yemeğe. Ateşimizi yaktık, sacayağı olmayışına kızarak çayımızı demledik, şiş olmayışına söylenerek sucukları dallara dizdik... “Hadi kalkmıyor muyuz?” diye ilk ben harekete geçtim hatta. Plan belirlenmişti: Güngör köpekleri Kuşini’ne doğru salacaktı, herkes yerini alacak, ben de iyi bildiğim mevkilerden, daha evvel domuz vurduğum (ve tabii ayrıca kaçırdığım!) son şeritte, şeridi kesen yolda bekleyecektim. Sesin gelişine göre aşağı ya da yukarı yönlenecektim. Plan güzeldi. Epey de uygun gitti.

Yolda volta ata ata heyecanla köpeklerden ses duymayı beklerken, bir süre sonra bir el tüfek sesi geldi. Az sonra bana ulaşan Güngör “20 parça kadar bir domuz kaldırdıklarını, birini vurduğunu, bana doğru köpekli ya da köpeksiz geliyor olacaklarını” söyledi. Heyo! İşte domuzlar nihayet bulundu, hepsi bu taraftaki şamatadan uzaklaşıp oraya, Kuşini’nde kıracın yanındaki pınarlığa yatmış demek. Gelişlerine göre yolun yukarı tarafını uygun buldum; görüş açım daha geniş olsun diye de şeridin karşı tarafında beklemeyi seçtim. Ama kendime beni kamufle edecek bir ağaç, çalı falan da bulamadım – bir hareket başlamıştı sanki karşımdaki ormanda, ben de kabak gibi açıkta dursam da kulak kesildim.

Köpek sesi yoktu, o kesindi. Ama bir çatırtılar geliyor galiba, diye düşünürken “Hadi bu sefer uyanıklık yapıp tüfek yüzümde bekleyeyim,” dedim – ve her şey o saniyede olup bitti: Tüfeği yüzüme kaldırırken tam gözlerimi dikip domuzu beklediğim noktada beliren domuz ve yanında beliren moza hönkürdeyerek ve bağrınarak ormana geri girdiler! Tüfek yüzümde kalakaldım. Sessizce bekledim, aşağıdan bir yerlerden tekrar çıkmayı dener mi diye, çıkmadı tabii uyanık. Şeridin domuzlu tarafına geçtim bu sefer, ilk şeçimimin yanlış olduğunu anlayarak, ve içerdeki çatırtıları dinleyerek epey bir bekledim, ama anlaşılan domuz tekrar şansını denemek yerine pusmayı tercih etti.

Epey bir süre sonra köpekler gelince, sırayla önce domuzun geldiği tarafı, şeride baktığı noktayı, sonra ormandaki rotasını kesip ardından yine kovgunu başlattılar – ama ben artık şansımı kaçırmıştım: Bu sefer geri Kuşini tarafına gittiler cayır cayır, ordan bir süre ses geldiyse de sonra çıt çıkmaz oldu. Kuşini’nden Ekmekçi’ye ve Afyonlunun oralara gidip, epey bir turladıktan sonra köpekler (hem de kovgunundan şüpheli olduğumuz Çakır dahil!) pestilleri çıkmış halde ama görevlerini layıkıyla yapmanın keyfiyle, yüzlerinde birer gülümsemeyle Kurtkayası’na geldiler.

Çok bağrışarak, söylenerek, kızgın kızgın kalkan domuzlardan şanssız gününde olanı, Kurtkayası’ndaki çeşmenin epey ilerisindeki orman içi patikada Güngör’ün kurşununa rast gelmiş. Avın sonunda ta oraya gidilip domuz tetkik edildi, yarıldı, deşildi: Ne de olsa domuzun onca bağrışmasına tırsmayan ve güzel bir kovgun yapan köpekler domuzun en güzel organlarını taze taze mideye indirmeyi fazlasıyla hak etmişlerdi!

Hiç yorum yok: