13 Şubat 2010 Cumartesi

Son avlarda yıldızı parlayanlar – I: 10 Şubat Çarşamba

Artık sezonun dibine dayanmışken, kimse uzun yazılardan şikayet edemez herhalde. Önümüzdeki 6 ay boyunca bu yazılara, resimlere bakıp iç geçireceğimizi hesaba katınca, şimdi ne kadar yazıp çizersek o kadar memnun olacağız yakın gelecekte! Şu son avlarımızı bir hatırlayalım, hem yağmur hem sezon sonu münasebetiyle her fırsatı değerlendirerek fırladığımız, birçoğu ani av günlerini kayda geçelim...


10 Şubat çarşamba günü ısrarla yağmurun öğledensonra geleceğini söyleyerek milleti ava sürükleyen bendim. Önceki pazar yağmurdan gözümüzü açamamıştık, cumartesi de çarşı pazar işlerim sebebiyle ben ava katılamamıştım. Kara bu son günleri değerlendirsin, ben yağmurdan ya da yorgunluktan perişan olsam da bobim işini yapsın – ki bu av köpekleri kadar işlerini aşkla yapan da az var hani! Ama yağmur sabah buluşma saatimizde başlayınca yanlış hesap Bağdat’tan döndü, Candan da Selçuk’tan, hatta ovadan...


Eve gelmiş, yağmurlu bir ev gününün tadını çıkartmaya çalışırken (bu arada yağmur yağsın da döndüğümüze değsin diye dua ederek!) zır telefon, “Çile’ye gidiyoruz, Zeki ufak bir tepede büyük bir domuz var, onu vuralım diyor...” Şimdi, bu Zeki arkadaşımızın reisimiz Güngör üzerinde pek olumlu bir etkisi var, Zeki ne dese dinlenir, bizeyse hava cıva. İşte şimdi de av yapmayacaktık, hava da şüpheli, ama Zeki hadi dedi gidiyoruz!


Neyse, zaten benim ava gitmekten şikayetim yok ya, kahvaltıyı biraz acele kesmekten başkaca yani. Kara ise sabah niye hiç de sevmediği arabayla gezip eve geri geldiğimizi anlamamıştı, yine şaşkınlıkla geldi bakalım ne olacak diye. Diğer köpeklerimizden sağ kalan bir Barak vardı (ötekilerin hikayesi az sonra), o da atladı, vardık Çile’ye, Çile’nin hemen berisinde, asfaltın hemen sağındaki tepeciğin dibine. İki ordan, üç burdan, omzu tüfekli bir sürü Çileli daha da geldi, tepeyi sarmak üzere gönderildi. Bizse Barak’la Kara’yı tutup bekledik.


Tepeye çıkmadan soruldu bakıldı, orda mı yatar burda mı yatar? Güngör diyor, niye bu tepecikte kalsın, sen ne zaman baktın bunun izine? Zeki diyor, abi bu 15 gündür burda yatıyor, birkaç gün önce de baktım. Ya gittiyse? Gitmez, sıkı bağladım... Tepeye daha patikadan yürürken, Kara yeni salınmışken, Barak ipe asılıp o çok bayıldığımız “burnu havaya dikme” hareketini yapmaz mı! Koşun yerlerinize, biz yukarı koştuk, Zeki ormana girdi Barak’ın ardından, ses vermesiyle salıp ardından da sıkıları patlatmaya başladı. Domuz bu kadar mı elinle koymuş gibi bulunur arkadaş!


Az içerde, sonra az yukarda, patikanın 5 metre altında, gördüğümüz çalının içinde, tepesinde biz dururkene domuz kalkmamak için direndi – bu arada çok güzel yatak sesi olmasına karşın korkup henüz ses vermeyen Kara Barak’ın çılgın sesine sığınıyordu. Yatağın sağından mı çıkacak, solundan mı, biz kulak kesilmiş tüfek yüzde bekler, Barak bir ordan bir burdan çalıyı deler iken... domuz aşağı, köpeğin ilk bulduğu yere doğru inmez mi! Güngör oraya depar alırken ben de önce ardından gidip, sonra onun yerine köpek sesini takip etmeye karar verdim.


Güngör hemen önüne gelen domuza hööyyyt yaparak onu geri ormana sokarken, ben de üzerinde olduğum patikanın aşağısını gözüme kestirdim, sese de bakarak aşağı koşuyorum... ve tam önümden yarım saniyede yukarı atladı domuz. Burası asfalt yüzü, köyün, asfaltın ve beton kırıcının sesleri arasında domuzun çatırtısı gelmemiş. Hem bu kadar yatağın içinde köpeklerin domuzla arasının bu kadar açılmış olacağını tahmin etmezdim...


Neyse, kötü haber domuzu geçirdim, ama iyi haber çok: Domuz önezeye doğru gidiyor, orası zaten 5-6 kişiyle kesili, domuz pek güzel bir domuz, ve Kara da Barak’la birlikte muhteşem ses vererek kovuyor. Domuz önezeye doğru gitti, ormanda biraz tur attı, bana geri geliyor gibi biraz çatırdayıp beni heyecanlandırdı, sonra yine döndü, ve sonra bir el tüfek sesi. Tamam dedim, iş bitti... Ama Güngör’ün sesi geliyor telsizden, yazıklar olsun falan diye bir bağrışma, köpeklerin kovgun sesi de devam ediyor mu ne? Derken anlaşıldı ki domuza çok hevesli olan Çileli amca yine tıraşlamış (daha önceden de iki sabıkası varmış)! Hadi domuz geçer gider de, işin daha fenası köpek İzzet’in elinden kaçmış, ta öteki tepeye doğru almış başını gider...


Bizim yarım saatlik av oldu mu yarım günlük av: Köpeklerin gittiği tepe kocaman, dereli tepeli, Çile yüzünden giriş olmayan, arka yüzde de ta nerde asfalt geçen, pek ulaşımı olmayan bir tepe. Köpeklerin sesi (daha doğrusu sesi Barak’ı bastıran ciyak ciyak Kara’nınki!) bu yüzde, sırtta, öte yüzde falan dolanıp durur ama beklemekten başka yapacak bir şey yok. Bu arada domuzun yaralı olduğu tahmin ediliyor, o halde ne kadar gider, Barak yaralı domuzu bırakır mı, yarası ciddiyse domuz pusar mı, teoriler havada uçuşuyor. Çok av yapılmayan ormanların yolu, patikası, deresi tepesi de iyi bilinmiyor tabii, elimiz kolumuz bağlı.


Birkaç saat yollardan arkaya kadar dolanıp ses dinledikten sonra nihayet ses de yitince, ateşimizi yakıp köpeklerimizi beklemeye karar verdik. Eskiden avın en güzel bölümü bu ateş yakıp yayılma faslıydı ama şimdi, köpeğimin kovgun sesini dinlemek, beni görüp de yanımdan ayrılarak şevkle ava devam ettiğini görmek, geri düşmeden ve bırakmadan usta köpekle birlikte dönüşünü izlemek sanırım avın en güzel bölümü haline geldi! Neyse yine de ateşe, çaya, yemeğe kimsenin diyeceği yok tabii, tavuklar köze kondu, çay demlendi, herkes bir piknik keyfini aldı.


Sonra tekrar arka yüze, asfalta çıkalım da bir ses dinleyelim dedik – ki bu arada Güngör “fazla ses yapmayalım, olur a bunlar yine domuzla geri gelir,” diye sürekli uyarıyordu, geçenlerde köpeklerin çeşme başındaki ateşe getirdiği domuzu da hatırlayarak. Hakikaten de biz çıktık, ardımızdan tepeden köpeklerin sesi gelmiş. Hızla döner, tüfeklerimizi kaparken (hepimiz de hırs içindeyiz, köpekleri amma dolandırdı namussuz, en az dördümüze de gözüküp gitti falan diye!) tekrar anons geldi, domuz geçmiş, köpekleri tuttuk diye...


Köpeklerin sesi gelir gelmez domuzun o tarafa geçerken kullandığı geçişe çıkmışlar ama hayvan onun 20 metre ötesinden çoktan geçmiş bile, hemen ardından da aynı izden Barak ve Kara gelmiş. Deneyimlilerin dediğine göre, domuz yaralı olduğundan aralarda derelerde pusmuş herhalde, köpekler de başında. Sonra domuz ufak ufak çaktırmadan uzaklaşıp arayı açmış, köpekler bunu fark edince fırlayıp kovarak gelmişler ama çok geç... Bu kadar uğraşmalarına rağmen önlerindeki domuzu vuramadığımıza çok hayıflandık ama ne yapalım, kader! Ormandan sırılsıklam olmuş iki canavarımız yine de mutluydu – gerçi Kara o akşam kendine pek gelemedi ya... Bir de önünde domuz vurulsa, ondan hıncını almayı öğrense, afiyetle yenildiğini anlasa kim bilir neler yapacak bu bücür!

Hiç yorum yok: