13 Şubat 2010 Cumartesi

Son avlarda yıldızı parlayanlar – II: 6 Şubat, 3 Şubat, 24 Ocak


6 Şubat Cumartesi günü Lümbürdek’te yapılan avda yoktum ama camiamızı yakından ilgilendirdiği için “destanımızda onların da maceraları yer alacaktır”! Bir kere, birçok avcı arkadaşımızın ahını almış bir domuz aramızdan ayrıldı: Ayrı ayrı avlarda sırayla Zeki’nin, benim, Umut’un ve İzzet’in ıskaladığı, sıra bendeyken Kara’nın ilk kez benim yanımdan kalkıp ta Kızılgöllere kadar Barak ve avanesiyle birlikte kovduğu domuz işte. Sonra köpeklerimizde epey bir iskontoya sebep oldu: İzzet’in pek güzel Kürtçe konuşan, zılgıt çeken ufak Barak’ı yok oldu, Çakır ise bir bacağın kaslarını bayağı biçtirdi. Son olarak da, avcı kardeşlerimizin nasıl dağlar tepeler kilometreler aştıklarından bahsetmek gerek...

Lümbürdek avında, İzzet her zamanki gibi derede duruyormuş. Öncesini bilemiyorum ama domuz oraya fırlayınca bir, iki atış, karavana. Karşıdan, yani tarlanın yanından, yani benim her zamanki pozisyonumdan Umut tüfeği boşaltmış, domuz tınmaz. İzzet motora atlayıp yukarı fırlamış, ilerde geçeceği yolu kesmiş, yine atmış, yine “manke”! Köpekleri salan Güngör bu arada ormandan çıkmış çatlıyor, tüfeği yiyecek, artık bu domuzu yerde görmek istiyor... Domuzun istikametinde araba yolu gittiği kadar ilerlemişler Umutlarla birlikte, Güngör köpeklerin sesine bakma ayağına biraz, biraz daha, biraz daha ormandan ilerlerken gide gide ta nerelere var sen, o tepeyi geç bu dereyi aş, ormanın içindeki domuza yaklaşınca köpeklere dalıyor diye iyice kız, yatağa gir, ters ters Barak’a bakmaktayken alnının ortasına bir kurşun... takla!

Çakır bacağının o haliyle yine de bırakmamış domuzu, Barak nasıl kızmış nasıl domuzda tüy bırakmamış, herkesin hikayesi ayrı. Bir de az sonra gelen İzzet’le birlikte Güngör’ün aynı ormanı, yarısı da karanlıkta olmak üzere, bellerini doğrultamadan, çizile parçalana 1.5-2 saatte geri dönmeleri var tabii. İşte Lümbürdek’in efesinin macerası böyle... Bu arada, hakikaten güzel bir efeymiş bu, kocaman, yağlı bir azılı. Ne yazık ki ters yerde mevta olduğundan ne köpeklere, ne bize fazla bir faydası oldu.


3 Şubat Çarşamba günkü avda ise başka maceralar yaşanmıştı, bir köpeğin sırra kadem basması şeklinde...

Müthiş yağmurlar yağmıştı ve yolların hali tam bir soru işaretiydi, o yüzden aşağıdan Kurtkayası’na, Çatalşerit’e çıkmaktan falan korkuyorum, çamurlara saplanırız ya da göçük yollara geliriz diye. Neyse ki köpekleri aşağıdan Gelincik Deresi’ne salmaya karar verdik. Köpeklerden sadece Barak, Çakır ve Kara var, o yüzden de çok mutluyum: Kara kalabalık olmadan, huysuz köpekler ya da tanımadığı insanlar tarafından korkutulmadan sadece domuzla meşgul olabilecek, bakalım ne yapacak...


Güngör’ün hakikaten domuzun kokusunu aldığına, ya da ultraviyole ışınıyla ormanın içini falan gördüğüne inanmaya başliycam yakında. Çünkü bahsedilen ormanın yanından geçecektik aslında, bir bakıp süzdü, “ben buraya bir salmak istiyorum,” dedi. Ve köpeklerle ormana girmesiyle köpeklerin ses vermeye başlamasının arası bir dakika bile sürmedi! Meğer bir alayın nerdeyse üstüne salmış köpekleri. Tepeden heyecanla ormanı izliyorum, karşıdan Çatalşerit’e doğru bir karaltı gidiyor, köpek mi diyorum, yo domuz! Zeytinlikten geçiyor, çamlığa dalıyor, bir süre sonra Barak da arkasından. Kara’yla Çakır da ayrıca çılgınca ses veriyor ormanın içinde, Barak gittikten sonra onlar da öteki tarafa doğru, moza izlenimi veren hızlı ve oynak bir domuzla gidiyor. Ama Kara nasıl cayır cayır bağırmakta, Çakır ses vermesem de olur diyor herhalde, biri ürür biri yürür gidiyorlar...


O tepede (Halka tarafı mıydı?) çıktılar indiler, dereden inecekler derken arkayı döndüler, gittiler derken geri döndüler falan. Epey bir kovgundan sonra ses kesildi, daha sonra da yavaş yavaş Kara geri geldi ama Çakır yok. Barak da peşine düşmediğimizden domuzunu bırakıp geri geldi, ara tara Çakır çıkmadı ortaya. Köpekleri duyarsa çıldırır fırlayıp gelir dedik (daha önce benim arabanın brandasını, kendi ipini falan yemişti bu sebepten), 200 metre yukarıya tekrar köpekleri saldık. Kara yine yanıbaşındaki tecrübeden iyi faydalanarak Barak’la birlikte güzel kovgun yaptı ama Çakır yine çıkmadı ortaya...

Buz gibi poyrazlı günde, Kolankaya altında bir yerde güneş alıp rüzgar almayan bir nokta bulup ateşimizi yaktık, böreklerimizi ısıtıp çayımızı demleyip piknik keyfimizi de yaptık, köpek aramakla karanlığın basması arasında. Sonra da boynumuz bükük, aklımız dağda dönmek zorunda kaldık. Neticede o gün ve sonraki gün her köşede kendisini arayan sahibiyle ısrarla köşe kapmaca oynayan Çakır, üçüncü gün tıpış tıpış Selçuk’taki evine geldi çok şükür... Bize de çektiğimiz sıkıntı kar kaldı!

24 Ocak Pazar günkü av da ayrı bir hikayeydi: Hem Kuşadası (Umut, Serkan, Barış), hem Selçuk (Güngör, İzzet, Ahmet abi, ben) ekipleri tamdı. Henüz bu kadar yağmur almamıştık, yollardan korkumuz yoktu, o yüzden güzel güzel Kurtkayası’na çıkmıştık. Çatalşerit, geniş (benim) şerit, kömür ocaklarının üstü, iyi tanıdığımız, bu sene de pek tatminkar bir av yapamadığımız mekanlar... Ama konu av olunca evdeki hesap bir kere de çarşıyı tutsun be arkadaş: Kurtkayası’nda köpek saldık, bir baktık yine Ekmekçi’deyiz! Oysa buralardan sıkıldık, suyunu çıkarmayalım dedik, o yüzden yukarı çıktıydık...


Elden ne gelir, köpekler almış önlerine bir moza, o dağ senin bu tepe benim koşturuyorlar. Kara Kurtkayası’nda kovmaya başlayan ekibe katılmamıştı, kalabalıktan ya da hengameden olsa gerek. İnip Ekmekçi’yi kestiğimizde, ben çeşmeyle incirlik arasında koştururken incirliğin dibinde domuzun az evvel geçtiği izi gösterdiğimde yine viyaklayarak ekibe katıldı o da... Dön baba dön, dön baba dönerken saatler sonunda köpeklerin yakalanabilenleri tutuldu, mozaya av günümüzü yediği için bir araba laf edildi, ateşimizi yakıp karnımızı doyuralım, sonra adam gibi tekrar av yapalım dendi. Ateş yakıldı, yiyecekler çıktı, derken...

Moza da ateşe mi imrendi, karnı mı acıktı neyse, çeşme başına, bizim ateşe doğru gelmez mi kovgun sesleri! Bağladığımız köpekler çıldırıyor, kim ne tüfek bulursa kapıp sese doğru gidiyor, yukarlık bir yere fırlayan Serkan telsizden bağırıyor: Domuzu gördüm, çok büyük, çok büyük! Sonunda bir sürü köpek hafkırışı, birkaç el tüfek patlayışı, derken bizim moza Barış’ın tek kurşunuyla sizlere ömür. Sabahtan beri koşa koşa köpek kadar bir şey kalmış zaten mozacık.


Kıssadan hisse: Etrafta salık bir tane bile köpek varsa, ateş de yaksan av devam ediyormuş gibi hareket edeceksin! Günün sonrasında ateş Sinandede’ye taşındı, ekmekler alınıp çınarların altında hızla yenildi içildi ki sonrasında yukarı, kara selvilerin orda av yapalım... Ama bu sefer de köpeklerin planı farklıydı, artık canları pek bir şey bulmak istemiyordu anlaşılan, tek bir ses bile verilmeden ormandan çıkıldı. Bugün de ufak bir mozayla kapanmış oldu – neyse ki o mozayı vuran, avımızı sabote etmeye niyeti olan kuş avı taraftarı Barış oldu da onun da planları suya düştü!



Hiç yorum yok: