7 Şubat 2008 Perşembe

kuru çeşme / çamlı çeşme: bir koca alay daha! (6 şubat 2008)




çarşambayı yine iple çekiyordum, ve salı akşamı harika haber geldi: yarın av var! sabah yine fırça yememek için biraz daha hızlı ve disiplinli bir şekilde hazırlandım (ekibin mutfak sorumlusu olmak da kolay sanmayın hani, yumurtalar, domatesler, gevrekler, çaylar hep benden soruluyor, hele de emin olmayınca!) ve kartal’a koşturdum – eh, en azından kartal’ı biliyorum ya artık... av ekibiyle buluşup bana ankara kadar uzak gözüken bir yerlere doğru gittik babam gittik, arada bana mekan öğretmek için her yerin ismi de söylenip sorulup tekrarlanıp duruluyor ama tabii bunların yerleşmesi için, mekanların birbirleriyle bağlantılarının oturması için zaman geçmesi gerek. yani düşünün ki ben bu avcılardan birini kolundan tutup istanbul’a götürdüm, teşvikiye’den levent’e gitmeyi gösterdim ve sağ salim varmalarını bekledim, bunun gibi bir şey! neyse.

sakatlıktan çıkmış heyecanlı barut’la yakışıklı barak güngör’ün salmasıyla her zamanki coşkularıyla ormana daldılar, biraz ordan ses, biraz burdan, barut heyecandan bağırıyordur falan dedikten sonra fazla da sürmeden kovguna geçtiler. (sanırım kaldırdıkları yer çamlı çeşme idi.) ama biz yolda gayet iyi bilinen geçiş yerlerinde beklerken, domuz epey ilerden geçmeye başlamamış mı meğer! ilerde olduklarını fark eden güngör fişek gibi koşarak gitti, birkaç viraj ilerimden iki el ateş sesi geldi, ben de koşarak geliyorum ama o kadar da hızlı değilim tabii. ateş edildikten sonra olay mahalline yetişmeye çalışırken solumdaki yüksek ormandan bir çatırtılar gelmeye başladı, aman dedim, ne büyük domuzmuş da kaçmış, amma ses yapıyor. göremem herhalde diye düşünerek bir bakayım dedim, a a domuz çamların arasında koşuyor! hala onun şaşkınlığındayken a a tekrar göründü... tabii ben ormanda, uzak, kaçıyor vb olmalarının şaşkınlığından ateş etmeyi düşünemedim bile.

sonra güngör’ü bulduk ki meğer bir koca alay domuz değil miymiş köpeklerin kovduğu! o sonuna yetişmiş de çamların arasından uzaktan atabilmiş ancak, kömür ocaklarındaki alay küçük kalırmış yanlarında. ama daha evvel hiç geçmedikleri bir yerden geçmişler, o yüzden biz geride kalmışız. yoldaki izler sonsuz, iç acıtıcı! hele bir de az aşağıda geçtikleri açıklık alan var ki, az ilerde bekleseymişiz orda hedef tahtası gibi tepeden birer birer vurabilecekmişiz domuzcukları... ooof of! ama ne yapalım, hep biz daha akıllı çıkacak değiliz ya, domuzlar da kazanacak arada elbette. yeni yollar, yeni yöntemler bulacaklar.

neyse, köpekler kovmaya devam ediyor ama güngör bir tuhaflık var deyip duruyor... domuz yukarı devam edeceğine aşağı geçmiş, kalktığı yatağa yönelmiş, ordan da kuru çeşme’de her zamanki yerinden geçmeyince (ki ben heyecan ve cesaretle her zamanki yerinde bekliyordum) durum anlaşıldı: güngör’ün uzaktan atışından domuz yaralanmış. ben kuru çeşme şeridinin yukarısına bırakılmıştım, avda yerlerinden ayrılanlara iyi davranılmadığına şahit olduğumdan(!) uzun süre direndim aşağı gidip ne oluyor diye sormaya – ama köpeklerin sesi benim bile anlayacağım şekilde iyice aşağıdan gelmeye başlayınca onların dilinden anlayan güngör’ün yanına indim nihayet. o da durumu bana deşifre etti: köpekler domuzun başında sarmaya başlamış, domuz herhalde yaralıymış, aşağı oraya inmek ister miymişim... bahsi geçen yerleri görenler eminim ki inmediğim için beni kınamazlar: inmesi güzel ama geri çıkması var, o kadar dik bir şerit ki bu insanın gözü korkuyor, korkmalı da!

tabii her zamanki gibi işin bütün hammaliyesini yapan güngör’e düştü aşağı inip durumu çözmek... ve tabii ben yine durumu tam anlamadım: ben zannediyorum ki köpekler eninde sonunda domuzu yine yürütecek, o domuz da aşağıdan güngör’ün indiği civardan geçecek falan. sonra güngör’ü şeritte değil, ormanda gördüm. sonra köpeklerden sanki değişik bir ses duydum. sonra güngör’ün elindeki tüfekten duman çıktığını gördüm ve bir saniye kadar “a a niye bu tüfekten duman çıkıyor ki?” diye düşündüm. sonra tüfeğin patlama sesi geldi. “haa,” dedim, “ateş etmiş, köpekleri domuzdan kurtarmak için herhalde!” bir süre sonra aradığımda resim çektirmek için aşağı iner miyim diye sorunca anladım ancak domuzu vurmuş olduğunu... hem de nasıl vurmak, iyi ki inmemişim, iyi ki domuzla köpek öyle altlı üstlüyken ateş edilmesine tanık olmamışım!

ve böylece sabahın saat 10.30’unda ilk domuzumuzu vurmuş olduk – galiba gerçekten sabah avı bir başka. aslan taklidi barut’un yine delinmiş haline ne kadar üzülsek de yapacak bir şey yoktu, öğreneceği her türlü malzeme elinde, doğruyu yanlışı çıkarmak da artık kendi elinde. sonra gün boyunca gezdik dolaştık yine, dağlar dağlar: ateşler ve çaylar, aşağıdaki domuzla fotoğraflar, iki üç kez daha köpek salmalar, barak’ı beklemeler...

kuru çeşme’nin sağında, solunda iz tutamayınca son kez harita şeridinin oralarda saldık barak’ı, aslında pek bir beklentimiz de olmadan. biz çay sefası yaparken orda aniden ses verince ellerimizden çaylarımızı bıraktığımız gibi fırladık bir aşağı bir yukarı. belki de günün sonu olduğu için çok heyecanım da kalmadığından bana söylenen yeri yanlış anlayıp yukardaki direğe gitmişim bu sefer de; neyse ki domuzun önü kesilemedi ve benim (olmam gereken) tarafa gelmedi de ben de yanlış yerde durmaktan fırça yemedim! barak da sağ olsun kendisini takip etmediğimizi anlayınca işi fazla uzatmadan döndü, hava kararırken toparlanıp sağlamlar, gaziler hep beraber dönüş yoluna koyulduk.

ha, günün benim için en güzel kısmını anlatmayı unutuyordum nerdeyse: yaklaşık 40 metreden yaptığım atışlarda kurşunla olsun, şovrettinle olsun isabetim pek iyiydi, avcı arkadaşlardan övgüler aldım, mutlu oldum, şevk doldum – bundan sonra bütün kurşunlarımı atış talimi yaparak harcayabilirim!

2 yorum:

Adsız dedi ki...

kusadali Belm@dan
ayy candanciim okurken bile yoruldum ne nefes var sende dag bayir kosuyorsun :))ehh artik avci da oldun :))
bi rss linki yapsaniz da guncellemeleri feedreader dan izlesem..

sekbanbası dedi ki...

kısa zamanda epey yol aldığınız için tebrikler bir sonraki av gününü özlüyor olmanız ise bir başka güzel