23 Ocak 2008 Çarşamba

yeni bir şey lazım...

her dağa gittiğimde başka biri olarak dönüyorum evime. hani bilim kurgu filmlerde olur ya, adamı alırlar bir camdan kapsülün içine, bir şeyler yaparlar, bir iki saat sonra adam başka bir adam olarak kalkar yerinden. daha bir “her şey” oluyorum her dağa çıktığımda. bastığım toprakla toprak, oturduğum taşla taş, baktığım bulutla bulut oluyorum sanki. insanın kendini, doğasını, özünü anlaması için daha iyi bir yol yok herhalde. anlamak da değil aslında bu, kavramak, hissetmek, bilmek. kafanda olan bir şey değil bu, midenin derinliklerinde, bağırsaklarında, hücrelerinde hissediyorsun: ben taşım. ben toprağım. ben havayım, ben suyum. başka ne olabilirim ki? küller küllere, toprak toprağa... “yüzünün terinde ekmek yiyeceksin, toprağa dönünceye kadar; çünkü onun içinden çıkartıldın: çünkü tozsun ve toza döneceksin*...”

geldim evime daha bir toprak, daha bir toz, dağ, ot olarak. parmağımda yüzüğüm vardı, fazla geldi, çıkardım koydum bir kenara. daha bir sade oldum. kıraç’ın bir garip aşk bestesini bağırttım sonuna kadar. dağların kokusu, isi, rüzgarı, soğuğu üstümde. müzik, masa, köpekler, karanlık, hepimiz biriz sanki... ben mutsuz bir çocuktum, dünyanın bir gün bana bu kadar iyi davranacağını hiç düşünmemiştim.

şükretmek yetmiyor, yeni bir şey lazım.

(*İncil’den alıntı)

Hiç yorum yok: