22 Ocak 2008 Salı

buyrunuz savunmam: bir avcı adayının ilk (tesadüfi) avı

pazar günü misafirim vardı şehirden. bir yandan ava gidildiğini biliyorum, içim gidiyor sabahtan akşama domuz peşinde koşmak için, ama misafire de eğlence yapmak gerek. hem ben domuz avına ne kadar bayılsam da arkadaş avı sevmemenin de ötesinde vejetaryen! beni tek kurtaracak şey şehirden geliyor olması, dağları, doğayı özlemiş olması. buna güvenerek dedim ki, sabah evde güzel kahvaltımızı edelim, ardından şöyle bir deve güreşlerine bakalım, sonra da dağda avlanan arkadaşların yanına uzanalım, odun ateşi yakar çay içeriz falan... bu her iki tarafa da uygun bir program oldu.

her ne kadar bizim gideceğimiz saatte avın biteceğini düşünsem de evden çıkarken tüfeğimi de aldım tabii. neyse, deve güreşleri de güzeldi ama aklım dağda, ne yapıyorlar acaba diye. nihayet öğleden sonra sularında kalktık gittik av mahalline. baştan itiraf edeyim, av bilmememden daha da fenası yol yön yer bilmemem. güngör’ün beş defa falan farklı şekillerde anlatması sonucu zar zor av mahallini bulduk – daha doğrusu bulmuş olduğumuz, bir virajı döndüğümüz anda karşımda gördüğüm avcı ve aynı saniyede patlayan tüfek üzerine anlaşıldı. “ne vurdun?” diyorum, duruyor, “ha, köpekleri çevirmek için mi attın?” diyorum, hâlâ ses yok, o arada köpekler yetişip domuzun başında sarmaya başlayınca olay anlaşıldı: barış domuzu vurmuştu!

tabii barış’la henüz tanışmadığımız için yanımdaki arkadaşımla beni panter emel sanması çok doğaldı. o arada telsizle haber alan tüm ekip gelince barış da panter korkusunu bırakarak domuzu haklama sevincini yaşayabildi... öte yandan ben de şeytanın bacağının ilk evresini kırmış olmaktan dolayı çok mutluyum: şimdiye kadar çıktığım avlarda hiç domuz vurulmamıştı! bu hem de bana şov yapar gibi gözümün önünde yer aldı, avcıların domuz vurma heyecanlarını da yerinde taze taze yaşamış oldum ilk defa böylece.

bunun muhabbeti, fotoğrafları vb halledildikten sonra bir kez daha köpekleri salalım dendi, epey ilerleyip birer birer dizildik, ben hilmi’yle birlikte en uçta heyecanla beklerken yeterince korkutuğumuz(!) arkadaşımı da araba civarından fazla uzaklaşmadan etrafı izlemeye bıraktık. ama netice hatice: köpekler tırıs tırıs hiç ses vermeden geldi yanımıza. benim zaten fazla umudum yoktu, gelmişim akşama doğru, yanımda kan görmek istemeyen biri, nerden çıkacak domuz karşıma! öylesine havaya girmişim, tüfeği falan almışım yanıma... herkes toparlanıp ateş yakmaya, çay demlemeye girişince hiçbir düş kırıklığım yoktu yani. arkadaşım sordu galiba, av bitti mi diye, hilmi de dedi ki, “valla şimdilik bitti ama bir anda köpekler ses verirse her şey değişiverir!” bu arada güngör köpeklerle birlikte yok olmuştu, kimseyle de köpekleri salacağını konuştuğunu duymadığım için öylesine gezmeye falan gitti sanıyorum.

ama o da ne: hilmi bir anda “aha işte köpekler domuza sarıyor!” diye bağırınca hepimiz çil yavrusu gibi bir dağıldık, görmeye değerdi herhalde – kendisini tamamen unuttuğum arkadaşım eğlenerek izlemiştir. herkes tüfekleri kaptı, köşe kapmaca gibi bir yerleri tuttu, o aradaydı herhalde güngör geldi, “konuk sanatçı” olarak beni domuza yönlendirmeye başladı... önce dereye, sonra öteye, sonra aşağı derken kendimi güngör’le yol boyunca sessizce ve domuza kulak kabartarak koşarken buldum. o yolun altından ilerliyor, biz yoldan. benim gibi çömez avcı gümüş (barak’ın eniklerinden) de yanımızda, ayağımıza dolanıyor. güngör bana bir yer gösteriyor burdan çıkacak diye, hazırlanıyorum, yahu gümüş orda! domuz vazgeçiyor, ilerliyoruz, yine gümüş atış hattımızda. fena halde konsantrasyonumu zedeledi kerata.

bir de şöyle bir durum var açıklamak istediğim: ben bilimsel bir insanım. gözümle görmediğim şeye inanmam maalesef biraz zor. bu adamlar yüzlerce defa bunu yapmış, ne diyorlarsa doğrudur diye düşünüyorum, dediklerine %100 inanıyorum ama anlaşılan bilinç altımda bir şey şüphe duyuyor, elimde değil! velhasıl biz dakikalarca domuz çıktı çıkacak takip ettikten sonra domuz tam da güngör’ün gösterdiği yerden yola fırladığında ben gafil avlandım / afalladım / şaşırdım / bocaladım... kendimi toplayıp tetiği çekmem birkaç saniye sürdü, eh zaten domuzun o dar yolu geçip gitmesi için de yeterliydi o saniyeler. ayrıca (1) güngör’ün (de) atmasını bekliyordum sanki, onun yerinde olsam ben atardım kesin! (2) tüfeği yüzüme alıp nişan almam da biraz zaman aldı galiba. (3) bir de domuzun durup bana nişan alma fırsatı vermesini bekliyordum :))

oooof of! kabul, ilk seferimde domuz vurmak da fazla olacaktı ama yine de... öyle yapmasaydım şöyle yapsaydım, böyle değil öyle dursaydım, şudur budur... şimdi anlıyorum avdan sonra saatler boyu bana aynı şeylermiş gibi gözüken detayları niye konuştuklarını! benim de içimde tekrar tekrar olanları konuşma isteği var. ve en kısa zamanda tekrar ava çıkma isteği. arada daha çevik tüfek çekmeye çalışma, daha iyi nişan almak için talim yapma. tekrar dağlara, şeritlere tırmanma, köpeklerin sesini çözmeye çalışma, tekrar seslerinin peşinden koşma, soluğumu tutma, her duyumu açma, domuzu anlamaya çalışma... insanın içine işliyor yahu bu!

ertesi gün emin’le karşılaşıyorum, selam sabahtan da önce oflayarak “yaa emin usta ıskaladım!” diyorum, neşeyle “attın mı?” diyor, “güngör attırdı,” diyorum, gülen yüzündeki ifade “hah, şimdi anladın sen bizi!” evet nihayet, anladım ben onu :))

2 yorum:

Unknown dedi ki...

tamam tamam aldım ben dersimi.birdaha yazmam artık.bukadar güzelbir anlatımın yanında benim klavyeye dokunmam bile yanlış olur.tek kelimeyle harika.yazı yamanın, bir anlatım yapmanın sanat olduğunu biliyorum.o hisleri kalbimde yaşıyorum. yanlız kalbimden geçenleri klavyeye dökmeyi beceremiyorum ne yapayım...(anladım ben onu)

candan dedi ki...

ohooo oldu mu böyle?! tam tersi sen de yazıcan ben de ki ikimizin bakış açılarının, anlatımının, olayları görüşümüzün farklılıkları ortaya çıkacak. ben "ne kadar beceriksiz bir avcıyım, sen varken benim elime tüfek bile almam abes" deyip ava çıkmasam nasıl olur? yok öyle misketlerini alıp gitmek, herkes bildiğini bilmeyene öğretecek :))